Temmuzu bitiren hafta sonu, Ağva'daki lüks otele getirmişti genç adam karısını, Sevgili Okur ve dört küsur senelik evliliklerinde bu da bir ilkti.
Güzel ve keyifli gitmesi beklenen iki günlük tatil, gergin başlamıştı aslında. Zira Yakut'ta son zamanlarda artan bir asabiyet söz konusuydu. Şirkettekilere kan kusturuyor, evde her an homurdanıyor, dışarıda kavgaya hazır şekilde dolanıp duruyordu. Yılların koruması Remzi'yi bile bezdirmiş, sinir sahibi yapmıştı.
Gecenin ilerleyen saatinde, az önce restorantta çıkan olayın ardından kumsalda yürüyordu stresli bir sessizlikle çift. Otelden iyice uzaklaşıp, plâja vuran dalgaların sesinden başka şey duyulmaz olduğunda, sabrını tamamen tüketmiş Tuğra daha fazla dayanamadı artık ve hırsla çemkirdi:
"Durup dururken adam yumruklamak da nedir, Allah aşkına?"
"Durup dururken değil, sana bakıyordu!" diye tısladı genç adam.
"Herkes herkese bakar, bakabilir. Beni rahatsız eden bir durum yoktu."
"Ben rahatsız oldum ama. Sana gözlerini dikip bakmasaydı, adam gibi oturup yemeğini yeseydi pezevenk!" diye kükredi Yakut.
Elindeki ayakkabılarını hırsla yere attı kadın: "Ben de," diye ünledi, hiç aşağı kalmadan, "o kızılı yolsaydım o zaman."
"Hangi kızılı?"
Cidden şaşırmıştı kocası. Acı bir tebessüm kıvrıldı dudağının kenarında: "Hani şu kırıştırıp durduğun yok mu?"
Kimden bahsedildiğini gayet iyi anlayan adamın nefesi kesildi bir an, böylesi kötü bir tesadüf olabilir miydi?
"Ben, biz epeydir görüşmüyoruz onunla." diyebildi sesi içine kaçmıştı.
"Yaa," dedi keskin bir alayla karısı, "onun bundan haberi var mı? Hayır, bütün yemek gözleriyle seni yedi bitirdi. Resmen hazzın doruklarına çıktı da haspam!"
Kıskançlık, kıskanmak başka şeydi. Bu başka şey. Yakut, yapmadığı en azından epeydir yapmadığı şeyden ötürü suçlanmak istemediği gibi, Tuğra'nın da bundan dolayı üzülmesini istemiyordu. Kararsızca saçlarını karıştırırken: "Bak," dedi gayet mahcup bir şekilde, "inan ki aramızda bir şey yok, bitti. Kaç aydır hayatıma kimseyi almadım. Metresimle karımı aynı otele getirecek kadar ahlâksız olduğumu düşünmüyorsun değil mi?"
Kocası sakinleşirken, deli bir öfke sarmaya başlamıştı kadının tüm benliğini. "Neyi anlamıyorum biliyor musun?" dedi giderek tizleşen sesle, "Evlendiğimiz günden beridir kırmadığı ceviz, yiyişmediği kadın kalmayan sensin. Lâfa gelince, namuslu, dürüst adam yine sen. Ben de her şekilde, orospu, kaltak, sürtük, yosma..." durdu nefeslendi, "yollu, kaşar..."
"Yeter!" diye gürledi adam, karısını narin omuzlarından kavrayarak, "Kendine hakaret etme!"
Tuğra silkinerek kurtuldu iri ellerin kıskacından, acı kahve gözleri yıldızlardan daha fazla parlarken: "Neden?" diye haykırdı, "Bana hakaret etmek sadece sana mı mahsus?"
Geriledi bir kaç adım, ayakları denizle yıkanmış ıslak kumlara batmıştı.
"Ah, ama tabii senin kadar yaratıcı değilim, ben! Asla da olamam!" Gökyüzüne fırlattığı öfke dolu kahkahasının ardından, elleri belinde tekrar kocasına döndü: "Neydi? Dur bakayım. Hah evet. Bir keresinde herkesin su içtiği bardak demiştin bana. Burnunu sildiği mendil var, ayrıca.... Hiç unutmam bir defasında da çok çiğnenmiş patikada ot bitmez, demiştin de. İki günümü almıştı ne tür bir hakarette bulunduğunu çözmek."
Böyle bir hesaplaşmanın geleceği zamanı hep beklemişti Yakut. Fakat bu derece yıkıcı ve ağır geçeceğini hiç düşünmemişti. Karısı, yılların yüreğinde biriktirdiği acıları haykırarak dışa vururken, iki kolu yanına düşmüş öylece bakakalmıştı, ıstırap içindeki bu cana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUĞRA İLE YAKUT (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
General FictionMerhaba Sevgili Okur, bu defa anlatacağım tuhaf bir aşk öyküsü. Sevmeyi bilmeyen iki kalbin Tuğra ile Yakut'un birbirine tutulup kalmasının öyküsü. Okumaya başlamadan önce beklentilerini, fikirlerini, yargılarını ve kaygılarını bir tarafa bırak lüt...