Kış bahara dönmek üzereydi Sevgili Okur, çocuk kapışmasından sonra sabah kahvaltısı ve kapıda vedalaşma konusundaki anlaşmaya riayet etmekle birlikte ikisi de geri çekilmiş, olabildiğince denk gelmemeye çalışıyordu. Yine de istisnai durumlar ortaya çıkabiliyordu, tıpkı o gece ki gibi...
Çok yoğun geçen iş gününün ardından yayıldığı geniş koltukta zap yaparken, onun eve geldiğinden habersiz genç kadın salona girdi. Dekoltesi gösterişli, şık elbisesi, pahalı pırlantalarıyla ışıl ışıl parlıyordu.
"Yağmur yağacakmış."
Düşüncelerine dalmış çantasını karıştıran Tuğra, duyduğu sesle yerinden sıçradı. "Efendim?" dedi.
"Yağmur yağacakmış." diye tekrarladı Yakut, bunu neden söylediği hakkında en ufak fikri yoktu.
"Yani?"
Kadın da anlamamıştı, gözleri kısılmıştı. Yine neyin peşindeydi bu pislik? Bu sırada, genç adamın telefonu çalmaya başladı. Rahatlayan Tuğra tam salondan çıkmak üzereydi ki, iyi tanıdığı asabi bir sesin kocasının kulağında gürlediğini duydu. Arkasını döndüğünde, Yakut'un bembeyaz kesilmiş ayakta dikilerek, karşı tarafın söylediklerini dinlediğini gördü. Bir terslik vardı!
İki üç dakikalık tek taraflı bağrışmanın ardından, konuşma bittiğinde, tüm canı çekilmişcesine koltuğa attı kendisini adam. Yanına yaklaştı ve: "Ne oldu?" diye yumuşakça sordu Tuğra. Babasının bu gözü dönmüş hallerini iyi bilirdi. Önünü sonunu düşünmez, ağzına geleni sayar, tehdit eder, bağırır-çağırır, kimseyi de dinlemezdi.
Kayınpederinin bu yüzüyle ilk defa karşılaşan kocası, aklını ve sesini toparlamak için yutkundu: "Bizim tırlardan birini İstanbul çıkışında durdurup, arama yapmışlar." dedi.
"Sebep?"
"İhbar varmış."
"Bir şey çıkmış mı?"
Boşluktan çektiği gözlerini karısının mavi lenslerine çevirdi adam: "Gizli bölmelerde esrar bulmuşlar."
Bir an nefes alamadı genç kadın: "Nasıl?" diyebildi sadece.
"Bilmiyorum."
***
Dakikalar saatleri, saatler birbirini kovalamış, gece yarısı yaklaşmıştı. Ancak Yakut, arpa boyu ilerleyebilmiş değildi. Orayı burayı arıyor, bilgi edinmeye çalışıyordu. "Haber vereceğiz" diyen kimseden geri dönüş yoktu. Aklını oynatmak üzereydi, böyle bir şey nasıl olabilirdi? Hangi cesaretle bu işe kalkışılırdı? Bininci kezdir oturup kalktığı koltuğa çökmüş, iki eliyle saçlarını karıştırırken, burnunun ucuna dayanan kupayla irkildi:
"Çay yaptım." dedi Tuğra, "Sevdiğinden."
"Teşekkür ederim."
Kadın adamın yanına oturdu: "Bu işle ilgin var mı?" diye sordu, gözlerini gözlerine dikmişti.
"Yok." dedi adam, öfkelenmek ya da bağırmak yerine.
"Öyleyse Kutay'ı çağıralım."
"O da kim?"
"Avukatım."
****
Garipti. Hem de çok garip. Onca insanı ve tabii ki şirket avukatlarını aramış, kimine ulaşmış, kimine ulaşamamış, sinir ve stresle saatlerini tüketmişti Yakut. Oysa ki Tuğra'nın yaptığı on saniyelik tek telefon konuşmasıyla, Kutay yarım saatte gelmişti. 30 yaşlarında, boylu-poslu, yakışıklı adamdı. Medyatik ve başarılı bir avukattı. Kapıdan içeri girer girmez maharetlerini göstermeye başlamış, on dakikada olup biteni öğrenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUĞRA İLE YAKUT (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Aktuelle LiteraturMerhaba Sevgili Okur, bu defa anlatacağım tuhaf bir aşk öyküsü. Sevmeyi bilmeyen iki kalbin Tuğra ile Yakut'un birbirine tutulup kalmasının öyküsü. Okumaya başlamadan önce beklentilerini, fikirlerini, yargılarını ve kaygılarını bir tarafa bırak lüt...