#27

2.7K 187 22
                                    

Acıyan gözlerimi kısıp gökyüzüne baktım. Tüm ihtişamıyla bana göz kırpan mavi, içimdeki hüznü anlam veremediğim bir öfkeye dönüştürdü.
Siyaha karışıp lacivert olan renk,
Yeşile karışıp aqua olan renk,
Beyaza karışıp ciyan olan renk,
Griye karışıp turkuaz olan renk,
Saks... Ve bilmem daha nelere nelere karşıp da isimler alan asil renk.
Yalnızlığın, hüznün, saflığın, masumluğun, berraklığın rengi.
Senden nefret ediyorum.
Çünkü seni herkes sever. Pembeyi seven cici kızlar da sever, siyahı seven karanlık adamlar da sever.
Oysa ben, ben herkesin sevdiği maviden nefret ediyorum. Kimsenin sevmediği sarıyı, turuncuyu, griyi, kahveyi seviyorum.
Gökleri, denizleri kaplayan maviden nefret ediyorum.

"Göklerle savaşan, göklerin kızı."
Duyduğum sözlerle irkilerek sesin sahibine döndüm. Altın rengi balımsı gözler, yansıttığı gün ışığıyla sıcak bir sarıya dönüşmüştü.

Sıcak sarı gözlerin beni yakmasına engel olmak için bakışlarımı karşımdaki boş kaydırağa çevirdim. Gitmesini istiyordum. Ben buraya insanlardan kaçmak, günahlarımdan kaçmak, hafiflemek için gelmiştim.
Ondan kaçmıştım. Beni karanlığa çekmemesi için kaçmıştım. Fakat şimdi yanı başımdaydı.

"Ormanları gözlerinde barındıran, göklerin kızı beni görmezden mi geliyor? Oysa ben, bana müptala olan kızı görmek isterdim."

Buram buram alay kokan sesiyle yutkundum. Duygularımla dalga geçiyordu. Ona bağımlı olduğumu söyleyerek bu halimi sorguluyordu. Oysa ben onu görmezden gelmiyordum. Sadece kendimden taviz vermek istemiyordum. Kendi kişiliğimi, islami kişiliğimi hiçe sayıp onunla konuşmak istemiyordum. Her şeyin farkında olmama rağmen günah işliyordum. Fakat artık günah işlemek istemiyorum. Her ne kadar onu sevsem de islami kişiliğimden taviz verip sınırlarımı aşmak istemiyorum. Bu ebedi olmayan, kısa hayatımın günah bataklığına dönüşmesine izin veremezdim.

Adım seslerini duymamla elimin altındaki zinciri sıkıca kavrayıp sakinleşmeye çalıştım. Paslı demirlerden çıkan seslerle yanımdaki boş salıncağa oturduğunu anladım. Tekrar gözlerimi maviliklerle dolu göğe çevirmek yerine ayaklarımın altındaki toprağı izlemeye başladım.

Benim salıncağım ağır ağır yavaş hareketlerle gidip gelirken onunkinden ses çıkmıyordu. Ona bakıp ne yaptığını görmek istesem de cesaret edemiyordum. İrademe hakim olamayıp bal ırmağı sarı gözlerinde kaybolmaktan korkuyordum. Kendimi alevli ateşlerde bulmaktan korkuyordum. Korkuyordum...
Yanıp kül olmaktan korkuyordum. Bu dünyevi aşk uğruna kendimi yakmaktan korkuyordum.

"Ne istediğini bilmiyorum Göklerin kızı. Ve bu bilinmezlik beni sana çekiyor. Kendimi her an senin yanında bulmaktan korkuyorum."

Duyduğum sözlerle istemsizce başımı kaldırıp Eymen'e baktım. Salıncakta oturmuş gözleri yerde ağır ağır konuşuyordu. Kelimelerinde ızdırap vardı. Sanki çok önemli bir şeyi düşünüyor ve düşünüp çözemediği için acı çekiyordu. Kelimelerindeki ızdırabı kalbimde hissediyordum. Fakat belki de ben, kalbimdeki ızdırapları onun kelimelerinde görüyordum. Sadece benim kafamda uydurduğum bir yanılgıydı. Fakat hayır, bu benim yanılgımdan ibaret değildi. Korkuyorum demişti. Sahiden ben doğru mu duymuştum? Eymen Soylu korkuyor muydu? 'Kendimi her an senin yanında bulmaktan korkuyorum.' Bu bir itiraf mıydı, neydi? Ben haftalardır onu görmemek için ondan kaçıyordum. O da mı benden kaçıyordu? Ben nefsime hakim olamamaktan korktuğum için kaçıyordum. Peki o neden kaçıyordu?

"Benden ne istiyorsun? Söyle! Bilinmezliklerden nefret ediyorum." Dedikten sonra bakışlarını yerden çekip rengini güneşten alan gözleriyle beni yakmaya başladı.

Söylediklerinin şaşkınlığını üzerimden atamadan "B-ben senden hiçbir şey istemiyorum." Dedim. Sadece senin iyi bir insan olmanı istiyorum. Birbirimizi cennete ulaştıracak vesileler olmamızı istiyorum.

Göklerin KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin