Herkese iyi pazarlar.
Bildiğiniz üzere ya da bilmiyorsanız diye; 5 günde bir hiç aksatmadan bölüm atıyorum. Bugün 4. gün ama nedense ben yarını bekleyemedim. Şimdi ben neden yarını bekleyemedim? Herhalde benim bildiğim şeyleri sizin de çabucak öğrenmenizi istediğim için. Bu bölüm neler olacak acaba hııı? (Hehehe)
Bu arada diğer hikayelerimi okuyanlar biliyordur bölümleri okuyuculara ithaf ediyorum. Uzun bir süredir bunu yapmadığımı fark ettim. Oy ya da yorum bırakarak kendinizi belli ederseniz eminim sizin için de ayırdığım bir ithaf olacaktır. Bu bölümü de yine çok tatlış bir okuyucuma ithaf ettim. Yukarıdaki şarkı sizin için. İyi okumalar dilerim.
SEVİLİYORSUNUZ.
Babamdan öğrendiğim ilk şey şuydu. Bir öfke daima başka bir öfkeyi doğurur. Hiçbir zaman içinde bulunduğun koşulları daha iyi bir hale getirmez ve hiç kimseye bir yarar sağlamaz. Bunu yedi yaşında öğrendim. Ezgi'nin ölümünden sonra.
Onun ölümüne ve hatta kendi yaşamıma öfkeliydim ve birilerini incitmeye başlamıştım. Okulda, serviste, parkta ya da bulunduğum herhangi bir yerde insanları incitmeden yapamıyordum. Oysa tek öfkem kendimeydi. İşte babamın beni karşısına alarak verdiği ilk ciddi nasihatin konusu da böylece öfke oluvermişti. O günden sonra çevreme sataşmayı bırakmıştım. Her şeyi kendi içimde çözmem gerekiyordu.
Bir başımaydım. Tıpkı diğer insanlar gibi.
Elim kapının üzerindeki tokmağı sertçe kavradı. İki kez hızlıca beyaz kapıya çarptım. Görkem'in dün akşam sergilediği her bir tavrın, dudaklarından dökülen her bir sözün sebebini biliyordum. Öfke. Sakinleşmesi için ona kocaman bir gece vermiştim. Birbirimizi kırmadan halledebileceğimiz bir mesele olduğunu biliyordum. O kimseye güvenmiyordu. Bunun fazlasıyla farkındaydım ve tüm bu öfkesi kendini savunmak içindi. Belki de insan babasız büyüdüğü zaman böyle oluyordu. En azından Görkem'in babasını kaybettikten sonra bu hale geldiğini biliyordum.
Ne zaman konu ailesine gelse geçiştiriyordu. Annesi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ankara'da yaşıyordu ama Görkem'in onu çok sık ziyaret ettiğini sanmıyordum. Onun öfkesi sanki tüm dünyayı hedef almıştı. Kaşları o yüzden her zaman çatıktı. Birilerine emirler yağdırmaktan hoşlanıyordu ve gücünü kullanmayı seviyordu. Duygularını geri planda tutuyordu. Kapının arkasında duyduğum ayak sesleri yaklaştığı an tüm bu düşünceleri öteledim. Kapı önümde ağır hareketlerle açıldı.
"Merhaba." dedim Görkem'e bakarak.
"Seni bekliyordum."
Kenara çekilerek geçmem için alan yarattı. Temkinli adımlarla içeri girerek salona doğru ilerledim. Kapıyı arkamdan kapatarak peşimden geldi.
"Aç olduğunu düşünüyorum."
Bu bir soru değildi. Dün kahvaltıyı birlikte yapacağımızı söylediği için uyanır uyanmaz hazırlanarak buraya gelmiştim. Dolayısıyla epey açtım. Başımla onayladım. Eliyle mutfağın olduğu koridoru gösterdi.
"Önden buyur."
Birbirimize bir yabancı gibi davranıyorduk. Bu beni öldürüyordu. Her zamanki şakalaşmalar, laf çarpmalar ya da sıradan iğnelemeler yoktu. Olabildiğim derecede resmiydim. O da çok daha mesafeliydi. Mutfağa girdiğim zaman üzeri yiyeceklerle dolup taşan bir masayla karşılaştım. Hoşuma gitmişti ancak tek kelime etmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belki Bir Rüya
Misterio / SuspensoSol bileğimdeki demir kelepçeye bir bakış attım. Kelepçenin diğer ucundaki adam da aynı şekilde önce sağ bileğindeki kelepçeye ardından bana baktı. Birbirimize bağlı durumdaydık. Onun kaşları çatıldı. Benim dudaklarım aralandı. İlk kelimeyi hangimi...