15 gün sonra:
Alya’dan
Neslihan’ın “ Zaten ölecekti.” ifadesini barındıran mesajı ve arkadaşımın ölüsüyle baş başa kalmamın ardından Melina Hanım ile çeşitli anlaşmazlıklar yaşamıştık. Veyahut ben onunla anlaşmazlık yaşadığımı düşünüp bunu kendime kabul ettirmiştim. Olmayan azmimi ve bencilliğimi kamufle etmeye çalışırken... Vazgeçmiştim, korkmuştum belki de aynı şeylerin de benim başıma gelmesinden.
Psikiyatri polikliniğinde günlük işlerimi tamamlarken beynimin bir noktasından beni rahatsız eden sesler geliyordu. “ Başaramadın.” diyordu o ses acıma barındırırken her haresinde. Bir süre duraklayan bu ses benim iç dünyam ile verdiğim savaşı izliyordu. Kendimi telkin ediyordum, bir noktadan sonra kendimi de düşünmeliydim, bunları düşünerek beynimle kısa süreliğine ateşkes imzalıyordum. Dakikalar geçmeden tekrar bir ses:
“ Kendini kandırıyorsun, zavallı.”
Beynimdeki ses kontra atağa çıkmıştı adeta, kısa süreli ateşkesimi bertaraf ederken beni kendi sahama hapsediyordu.
“Hale kanserle mücadele ederken bile mesleğini yerine getirdi, ama sen vazgeçtin.”
“Hale, şu an yaşasa sana bu vakada sonuna kadar gitmeni söylerdi.”
“Sana güvenen bir insanı tek başına bıraktın. Bundan sonra olacak her şeyden sen de sorumlusun.”
Beynime duraksız gelen bu cümleler gitgide ses seviyesini arttırarak devam ediyordu. Mücadele edemiyordum onunla. Kendime karşı bile, kendimi savunamıyordum. Belki de bir zavallıydım. Karşıma gelen hastalar Melina Hanım gibi büyük bir hastalıkla mücadele etmiyordu. Onlara çözüm buluyordum, bu bulduğum çözümlerle kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Kabul etmek istemesem de; çok üst düzey bir matematikçinin bir teorimi ispatlayamayıp vazgeçmesi ve ardından küçük bir çocuğa matematik ödevinde yardımcı olarak kendini tatmin etmesi gibi bir şeydi bu. Kandırıyordum, kandırılıyordum. Hem de kendim tarafından. Acınası bir zavallıydım.
Melina Hanım’ın 15 gündür bana gönderdiği sayısız mesajları okuyordum. Üzgünlük, mahcubiyet, kararsızlık, anlayış barındıran mesajlardı bunlar. Hale’nin kendisi yüzünden öldüğünü düşünen Melina Hanım, benim ona yardım etmek istemememi anlayışla karşılamıştı. Yaşadığı mahcubiyet onun hastalığı ile verdiği savaş ile karışmıştı. “ Senden bana yardım etmeni isteyemem Alya, buna yüzüm yok. “ mesajı her şeyi özetliyordu. Sınırsız kabul… Gelirsen de gelmezsen de…
Melina Hanım’ın rahatsızlığını tetiklemek istemiyordum. Ahmet Bey ile konuşmam gerektiğini hissediyordum. Aradım, telefon çalıyordu ve tekrar çalıyordu. Artık telefonun açılmayacağına kanaat getirmiştim. Son saniyesinde Ahmet Bey telefonu açmıştı. Konuşmaya başlamak için havadan sudan konuların beynime üşüşmesini beklerken Ahmet Bey’in cümlesi bu çabalarımı keskin bir bıçakla parçalara ayırmıştı.
“Neslihan’ı… Onu öldürdüm Alya.”
Melina’dan
Ahmet ile karşılıklı oturup durum değerlendirmesi yapıyorduk. Kan; kan ile temizlenmişti. Benim istediğim bu değildi.
“ Ben sana öldür dedim mi Ahmet? “ mantıklı bir açıklama bekliyordum.
“ Ben de onu öldürmek istemedim Melina!” tüm hiddetiyle bağırıyordu. Sakinleşmek için karşıdaki kanepeye oturmuş, derin derin nefesler alıyordu. Bana ilk defa adımla hitap etmişti. Ahmet gibi öfke kontrolü yüksek bir insanın bu raddeye gelmiş olması durumun ciddiyetini gösteriyordu. Söyleyecek bir cümlem, kelimem yoktu. Ahmet’in sakinleşip konuşmasını bekliyordum buna ihtiyacım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kim Bu Kadın?
General FictionBu kez savaş psikiyatrik! Bir kadının kendi içinde yaşayan dört karakter ile savaşı... Bu kez savaş kendinle!