Hilal yetimhaneden çıkıp sabahın o saatinde fayton aramaya başladı. Leon'un verdiği adrese gidip süprizini görmek için sabırsızlanıyordu. Dün geceki dokunuşlarını da özlüyordu elbette, belki tekrar...
Kendini tutamayıp kıkırdadı genç kadın. Bütün gece onu düşünmüştü. Yine... Zaten düşünmediği bir an bile yoktu lakin sürekli ellerinin, dudaklarının, teninin temasını arzuluyor, kendi bedenine söz geçiremiyordu işte. Ayıptı böyle şeyler, biliyordu ama alıkoyamıyordu zihnini. Göğüslerinde dolaşan elleri, kadınlığını keşfeden parmakları, dudaklarında ve teninin her bir noktasında baskısını hissetmek istediği ağzı, dilinin ıslaklığı... Gevşemeye başladığını hissediyordu Hilal, biraz daha düşünürse koşa koşa gidecekti elindeki adrese.
Nihayet bir fayton bulup adresi söylediğinde sıcak basmıştı iyice. Genç kadının kendi harareti yetmiyormuş gibi güneş bugün fazlasıyla cömertti ısısını yayarken. Eşarbının ucu ile yüzünü yelledi bir süre, kar etmeyince vazgeçti. Ormana gelmişlerdi nerdeyse, ilerde gördüğü küçük kulübenin Leon'un bahsettiği yer olduğunu anlayınca durdurdu faytonu. Geri kalan kısmı nispeten serin orman yolunda yürüyerek gidecekti.
Leon, karargahtaki nöbet değişimini yaptıktan sonra konağa gelip kendine çeki düzen verecek kadar vakit bile bulmuştu. Dayısına bir işi olduğunu söyleyip bugün kendisine bir kaç saat izin vermesini istemiş, Filipos her nasılsa bu talebi geri çevirmeyince çocuk gibi sevinmişti. Aleksi'nin merdivenlerden indiğini anladığında soru sormasına fırsat vermeden kaçar gibi çıkmıştı dışarı.
Fırından aldığı boyozlar vardı elinde. Ormanlık araziye doğru giden fayton genişçe bir düzlükte diğer faytonla karşılaştı, faytoncular selamlaştı. Leon tahmin etmemişti Hilal'in ondan önce gideceğini lakin anlaşılan güzel karısı da sabırsızlanıyordu onun gibi. Bu düşüncenin verdiği keyif yüzüne yansıdı. Faytoncuya durmasını söyledi. Biraz hızlı yürürse genç kadına yetişebilirdi.
Hızlı adımlarla girdiği orman yolunda biraz ilerleyince etrafına bakarak biraz tedirgince yürüyen Hilal'i gördü ve ona yetişti.
"Hayırlı sabahlar küçük hanım"
Hilal duyduğu sesle arkasına döndü. Leon arkasından vuran güneş ışığını bile kıskandıracak kadar güzel, duru yüze baktı. Şehir uyuyordu belki ama doğa uyanmıştı ve karşısında duran bu güzelliğe defalarca dokunmuş olmasa onun bir rüya olduğuna yemin edebilirdi.
"Hayırlı sabahlar Teğmen"
Yüzü ışıldayan genç kadınla arasındaki mesafeyi üç uzun adımla kapattı Leon. Alnından öptü zevcesini. Alnına değen dudaklarla hayal kırıklığına uğradı Hilal. Öpücüğün dudaklarına konmasını beklemişti.
"Hadi gel" diyerek elinden tuttu Leon. Kulübeye kadar sessizce yürüdüler. Dar bir balkonun iç kısmındaydı giriş kapısı, Leon cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Hilal'i belinden tutarak hafifçe kulübenin içine doğru yönlendirdi. Hilal etrafını inceledi girer girmez. Sağda bir, solda iki bölme vardı. Bölmelerden sadece sol diptekinde kapı vardı ve kapalıydı. Tam karşısına baktığında bir kapı daha farketti genç kadın.
Arkasında durup onu izleyen Leon'a bakmadan sordu.
"Leon neresi burası? Neden burdayız?"
Genç adam elindeki boyoz kesesini girişte yanyana sıralanmış sandalyelerden birinin üstüne bıraktı ve arkasından beline sarıldı Hilal'in.
"Evimiz" dedi.
Gözleri şaşkınlıkla açılan Hilal yanlış duyduğunu düşündü bir an.
"Evimiz mi? Bizim evimiz mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınırsız
FanfictionAy ışığı ve yıldızlar şahit oldu verdikleri sözlere. Kalpleri ve ruhları gibi bedenleri de bir olmuştu artık. Yeni bir ortak noktaları vardı. Leon Hilal'e, Hilal Leon'a asla doymayacaktı.