Oda penceresinin önündeki ağacı azılı bir düşmanını süzer gibi süzdü Leon. Küçükken çok severdi ağaçlara tırmanmayı. Piyano dersleri alırken arada bir başını çevirip bakardı dışarda koşturan arkadaşlarına. Yorgo iyi bir tırmanıcıydı, Leon'a da o öğretmişti en çıkılmaz görünen dallara bile nasıl çıkılacağını.
Kirya Veronika'nın evde olmadığı bir gün, piyano hocasının derse gelmemiş olmasından yararlanıp kendini dışarı atmış, yazın ilk günlerinin o tatlı sıcak havasının hafif bir meltemle salladığı ağacın dallarına Yorgo ile beraber tırmanmıştı. Büyük zafer kazanmış bir komutan edasıyla çok yüksek olmayan dalda oturup arkadaşıyla şakalaşırken kendini yerde bulmasıyla neye uğradığını şaşırmış, bir süre etrafa baktıktan sonra kanayan dizleri ve yere düştüğünde kendi dişleri ile kesmeyi, nasıl olduysa başardığı dudağı yüzünden duyduğu acıyı gizleyememişti.
Evdeki hizmetlilerin kendisine dokunmasına izin vermemiş, annesi geldiğinde önce yaraları için şefkat gösterse de sonra ciddi şekilde azarlamış, ağaç tepelerinde gezmeyi yasaklamıştı ona. Hoş, Leon annesini bir şekilde kandırırdı belki. Lakin hem annesini üzmemek için hem de o akşam babasının annesinden çok daha kati bir dille yasağı yinelemesi nedeniyle uzanabileceği dallardan alıp yediği meyveler dışında ağaçlarla bir daha pek işi olmamış, onlara tırmanan arkadaşlarını izlemekle yetinmişti.
Şimdi önünde o zamanları hatırlatan bir engel vardı.
Hilal ile evlendiklerini herkese söylediklerinde daha rahat olacaklarını düşündüğü zamanları hatırladı Leon. Bu iyimserlik hayalden başka bir şey değildi zira bu durum hasbelkader öğrenildiğinde her şey daha da kötüye gitmişti. Dayısının tepkilerini önemsemiyordu lakin Hilal'in ailesine ne kadar düşkün olduğunu biliyor, bu açıdan onu sıkmamaya çalışıyordu.
Gel gelelim özlüyordu sevdiği kadını. Zaten ortalık iyiden iyiye karışmış haldeydi, Türklerin direnişi gittikçe büyüyor, Yunan ordusu kibirli bir tavırla hala zaferden emin olsa da ne yapacağını bilmiyor gibi davranıyordu. Aslında buna memnun olmalıydı Leon, çatlak sesler onun da mensup olduğu Bolşeviklerin işine gelirdi fakat o kadar çok ölüm, o kadar çok acı görmüştü ki artık her türlü gelişmeyi buruk bir sükunetle karşılıyordu.
Şahsi meseleleri de vardı elbette; Babasının ölümü, General Cevdet'in durumu ve Vasili'nin ölümündeki sorumluluğu. Az kalsın Hilal'i bırakıp gitmesine neden olacak o duygusal çöküntü.
Ürperdi genç adam. Görmeden edemediği, her gün kapısında nöbet tutması gerekse sonunda onu görmek, yanında olmak fırsatını elde etmek olursa bundan gocunmayacağı kadını bırakıp gitmeye yeltenmek hayatı boyunca yaptığı en ahmakça girişimdi.
Yine günlerdir dokunmamıştı tenine, sokulamamıştı bedenine. Evlerine gelemiyordu Hilal. Genç adam bulduğu her şansı zorluyor ama genç kadından sadece dudaklarını değil bütün vücudunu kavuran öpücükler dışında bir karşılık alamıyordu. Hilal'in bedeninin verdiği tepkileri artık ezberlediğinden onun da kendisi gibi olduğunu anlaması zor değildi elbette ama inadını kıramıyordu bir türlü. Haklıydı da. Lakin Leon da haklıydı. Bedeninin değil kalbinin ve ruhunun Hilal'e ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç gözlerinin onunkilere değdiği her an daha da büyüyordu.
Havanın fazlasıyla sıcak oluşuna şükretti Leon. Genç kadının penceresine taş atıp onunla bahçede buluşma niyetiyle gelmişti lakin önce açık pencereyi, sonra pencere pervazına doğru uzanan kalın ağaç dalını görünce şansını denemeye karar vermişti.
"Hadi bakalım Leon, ne kadar çeviksin görelim" dedi kendine meydan okurcasına. Ardından güldü buna. Yanına varmayı başarabilirse Hilal'in buna ne diyeceğini merak ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınırsız
FanfictionAy ışığı ve yıldızlar şahit oldu verdikleri sözlere. Kalpleri ve ruhları gibi bedenleri de bir olmuştu artık. Yeni bir ortak noktaları vardı. Leon Hilal'e, Hilal Leon'a asla doymayacaktı.