Açığa çıkan evlilik sırrının ardından kendi evlerinde geçirdikleri ilk gecenin sabahına uyanan Hasibe hanım ve Yıldız kahvaltıyı hazırlarken birbirlerine tek kelime etmemiş, her ikisinin de kafasında farklı düşünceler dönerken sofrayı da el alışkanlığı ile kurmuşlardı. Yakup ve Cevdet odalarında aşağı inmek için hazırlanırken Hilal, yatağında şişmiş ve kızarmış gözlerle, dizlerini karnına çekmiş öylece yatıyordu.
Leon hala karşı kaldırımda, ayakta ondan gelecek bir sözü, bakışı ya da dışarıya çıkmasını bekliyordu.
Hilal, okuduklarını unutamıyordu bir türlü. Bırakıp gitmeyi düşünmüştü. Bırakıp gitmeyeceğinden en çok emin olduğu kişi, ömrünü birlikte geçirmek istediği kişi, sevdiği adam gitmeyi düşünmüştü. İçini paramparça ediyordu bunu bilmek. Nedeni neydi? Neden herkes terk ediyor, terk etmeye yelteniyordu onu? Neden hep geride kalan, neden hep gidenlerin ardından göz yaşı dökmek zorunda kalan oluyordu?
İçinde biriken öfkeyle doğruldu Hilal. Gözlerinden akan yaşları sildi, üzerindekileri değiştirmek için dolaba yürüdü. Kapıya vurulduğunun, ablasının başını uzatıp ona seslendiğinin farkında bile olmadı Yıldız gelip koluna dokunana kadar.
"Hilal, sana diyorum... Ne oldu sana?"
Hilal'in bembeyaz yüzü, morarmış göz altları, çökmüş omuzları korkutmuştu Yıldız'ı. Dün konuştuklarında sakindi oysa. Biliyordu, Leon'u seviyordu, yaşadıkları ağır gelmiş olmalıydı ama güçlü kızdı kardeşi, bu hale gelmesini beklememişti. Kardeşinin yüzünü avuçlarına alırken şefkatli gözlerla baktı ona.
"Güzel kardeşim benim, biliyorum üzgünsün ama bu kadar harap etme kendini. Seni bırakıp gidecek bir adam için bu kadar üzülmeye değer mi?"
Hilal cevap vermedi. Ablasına bakmıyor, gözleri boşlukta öylece duruyordu.
"O pislikten bunun hesabını soracağım ama.. Seni bu hale getirmek neymiş, göstereceğim"
Hilal, usulca ablasına döndüğünde bakışları buz gibiydi.
"Neden?" diye sordu soğuk bir sesle.
"Neden.. ne demek Hilal. Şu haline baksana, seni böyle üz..."
"Beni böyle üzmeye hakkı yok mu? Herkesin var ama onun yok mu? Bu yüzden mi hesap soracaksın?"
"Hilal..."
Hilal, hışımla yazı masasını gösterdi.
"Bana yazdığı mektuba cevap veriyordum. Tam şurada. Sonra annem gelip seninle evlenmek istediğini söyledi. O gece bana ne dedin, hatırlıyor musun? 'Ben evlenip gideceğim, sen bu evde yalnız kalacaksın'"
"Ama..."
"Yapabilsen sen de gitmeyecek miydin? Daha zindandan çıkalı bir gün olmuşken aylarca zar zor toparladığımız kuvva parasını alıp kaçmayı düşünmedin mi? Beni burada, savaşın içinde, tek başıma bırakmayı düşünmedin mi?"
Yıldız, ellerini sakin bir sesle soru soran kardeşinin yüzünden çekti.
"Haklısın ama o günler geçmişte kaldı Hilal, bak ben şimdi..."
"Sen şimdi ondan bunun için hesap soracaksın öyle mi? Ben bile hesap sormadım abla, sormayacağım da.. Keşke aynaya baksanız, keşke biraz da kendinizden hesap sorsanız!"
Yıldız gözlerini kırpıştırarak baktı ona. Çatık kaşlarla içeri giren babaları "Kızım ne oluyor? Niye gelmediniz hala aşağı?" diye sorduğunda ikisi de dönüp baktı.
Cevdet, Hilal'e kızgın olmasına rağmen halini görünce içi cız etti. Mavi gözleri kırmızı halkalarla çevrelenmiş, sarı saçları ince boynuna uzanırken renkleri solmuştu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınırsız
FanfictionAy ışığı ve yıldızlar şahit oldu verdikleri sözlere. Kalpleri ve ruhları gibi bedenleri de bir olmuştu artık. Yeni bir ortak noktaları vardı. Leon Hilal'e, Hilal Leon'a asla doymayacaktı.