finaller bitmişti artık ve tabi ki kalan dersim yine yoktu. hayatım boyunca karşılaştığım şeylerden biri şuydu ki, bir şeyler olabildiğince ters giderken bazı şeyler garip şekilde yolunda gidiyordu. benim öğrencilik hayatımda böyleydi. hayatım ne kadar berbat olursa olsun, derslerimde çok bir sıkıntı yaşamadım. kaldığım dersler falan oldu ama yine bir şekilde onları da bir dönem sonra hallettim.
sıra hesap kapatmaya gelmişti artık ve hedefimde iki mendebur kılıklı kız kız vardı. hak geçmesin diye sıraya riayet edecek ve önceliği devrimci kıza verecektim. hani şu başkana söyleyip de bana ceza verdiren, ha işte o. sevgilisi ile ne hikmetse ayrılmışlardı. sebebini tam bilemediğim için kıza nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. biraz araştırdıktan sonra çocuktan sıkılmış olduğunu ve bunu bahane ederek ayrıldığını öğrendim. tabi, her ne kadar anlatılan bu olsa da ruhu o..pu bir dişiyle karşı karşıya olduğumu anlamam zor değildi. kızlarda ve erkekler de genel tavır şudur ki, birine ait olmayı istemezler genelde, sevgili olurlar ama bir zaman sonra bir kişinin ilgisi ona yeterli gelmez ve sevgili olayını bir süre rafa kaldırırlar. nereden mi biliyorum bunu? çünkü ayrılan erkek veya kızın yapacağını ilk iş kızlarla veya erkeklerle dolu bir gruba girip herkesle samimi olmaya çalışmaktır. çünkü sevgililik kıskançlık yoluyla kısıtlanma demektir.
neyse, ben bu kızla rast gele karşılaşıyormuş gibi yanyana gelmeye başlamıştık. onun bütleri olduğu için, gerçi okulda pek çok kişinin bütleri olduğu için okulda hala öğrenci yoğunluğu vardı. ben bir yandan devrimci kızı takip ederken diğer yandan da M.A. grubuna yaklaşıp onlara yapacakları organizasyon ile ilgili yardımcı olmaya çalışıyordum. gerçi muhafazakar yapıda olan bu grup, kermes mi ona benzer bir şey mi ne yapacaklarmış. beni çok ilgilendirmese de yardımcı olmak için onun davetiyle katılmıştım aralarına. Tabi, hedefimde o yılışık ve kendini beğenmiş tavırlarıyla beni sinir eden F vardı.
iki bölünmüş gibiydim. devrimci kızla ilk kontağı da kütüphanede ders çalışırlarken kulak misafiri olduğum Pavlov hakkındaki biri soruya cevap vererek kuracaktım. üç kız arkadaşı ile beraber çalışırlarken "neydi ya, hatırlayan var mı ya" benzeri şeyler söylerlerken atlamış ve cevabını küçük bir izah getirmişti. üç kız teşekkür ederken, devrimci kızımız gözlerinde anlamsız bir ifadeyle "sana soran oldu mu?" diyecek ve diğer kızlar da ona şaşkın şaşkın bakacaktı. "ben de sana söylemedim zaten!" dedim, gülüştük. bu benim istediğim bir şeydi çünkü devrimci kız benim kara sularıma doğru yaklaşmaya başlamıştı. çalıştıkları konular hakkında bir kaç tavsiye verme bahanesi ile konuşmaya devam ettim ve yanlarından uzaklaşıp, bir kaç masa öteye geçtim ve Cervantes'in Don kişot'unu okumaya başladım. yaklaşık yarım sonra sonra kızlar toparlanıp kalkıyorlardı. yanıma gelip teşekkür ettikten sonra en son devrimci kız başım bir süre bekledi, bekledi, bekledi. "Ne var, ne bakıyorsun?" dedim. "Sen neyin peşindesin?" dedi. zeki kızdı, ama işte koca bir BEN faktörü vardı ortada. dikkatleri kendisinden çekmem gerekiyordu. "şu ortadaki kumral kız ilgimi çok çekiyor!" dedim. yüzünde kıskançlık çizgileri belirmişti. "neden ben değil de o!" der gibi bakıyordu. "neyse, teşekkür ederim yardımların için!" diyecek oldu. kuru bir teşekkürün geçerli olmayacağını söyleyip kahve ısmarlamasını söyledim. "başka emrin var mı" dedi ama bir kaç dakika sonra kahvelerimizi almış, bahçedeki masaların birinde sohbete başlamıştık bile.
üç gün boyunca konuştuk, ben mahsus kumral kız ile ilgili bir şeyler sorarak onu sinir ediyordum. bir gece "başlarım sana da, K'ye de" deyip bastı küfürü. K, kumral kız bu arada. teelfonu kapatacağı sırada, "aptalsın sen!" dedim. durdu, aynı cümleyi tekrarladım. "Nedenmiş o" dedi. "benim senle ilgilendiğimi anlamayacak kadar aptalsın" dedim. bir kahkaha attı, bir kahkaha attı, kulağımın zarı yırtıldı sandım. "Yarın sınavdan sonra görüşelim bu konuyu" dedi ve telefonu kapattı. ben tabi ellerimi ovuşturuyordum. tam yatacakken bir mesaj geldi, "ben aptal değilim, en başından beri anladım ne olduğunu, çünkü ben sana karşı boş değilim!" aptallığını en üst mertebeden tescillemiş oluyordu böylece.
konuştuk, görüştük, mesajlaştık sevgili olduk derken 4 gün geçmişti bile. artık onun için Haluk değil, "Aşkım" olmuştum. ne soğuk, ne yapmacık bir kelimeydi bana göre. suyunu çıkardılar gitti. bu kızla beraber olmaya dayanamıyordum çünkü kendini bir b.k zanneden ukala şımarık bir şeydi. o yüzden meseleyi fazla uzatmak istemiyordum. beşinci günümüzün akşamında bir arkadaştan rica edip evini kullanmak istediğimi söyledim. devrimci kızı da eve davet edecektim o akşam. gündüzden nevaleyi hazırlayıp tüm hazırlıkları tamamlamıştım. olabilidğince devrim ve romantik olmalıydım. davetimi tilkinin kızarmış tavuk verilmesini bekler gibi bekliyormuş, hemen kabul etti. yedi içtik, muhabbet ettik. gecenin kaçıydı bilmiyorum, alkol yine şişede durduğu gibi durmamıştı. ben çok içmemişti ama devrimci kız zıvanadan çıkma derecesindeydi.
sabah olduğunda öğlene yakın bir saatte uyanmıştım ben, devrimci kız ise hala mışıl mışıl uyuyordu. kahvemi alıp baş ucunda uyanmasını bekledim. kahvem bitip, bir süre daha beklemiştim ki şişmiş gözlerini açtı. önce şaşırdı beni karşısında görünce, sonra etrafına bakındı "noldu" dedi. "hesap kapandı" dedim. yüzümdeki soğuk ifade onu tedirgin etmeye yetmişti. cebimden çıkardığım bir miktar parayı suratına çarpar gibi uzattım. "bu ne demek oluyor" dedi. "ücretin" dedim. dondu kaldı öylece bir süre. sonra dizleri üstüne doğrulup, küfürler ede ede ağlamaya başladı. hiç oralı olmadım.
"üstünü giyin, pılını pırtını topla ve siktirolup git" dedim. gidene kadar küfürler edip ağladı. ben de dağıttığı odayı topladıktan sonra evden çıktım, Avcılar sahile doğru yürüdüm. kendimden bir kez daha tiksiniyordum. akşama kadar ne bir şey yedim ne hareket ettim oturduğum yerden. ağlamak istedim, olmadı. içimdeki merhametle beraber gözyaşlarımın da kuruduğuna inandırmıştım kendimi. üzgündüm