İ

59 55 38
                                    

"Döneceğim Alebü, döneceğim..Söz!" dedi Alebü'nün elini tutarak. Gözlerinin ta içine bakıyordu. Hayranlığın böylesi; Alebü'nün gözleri onun için kaybolmanın tek manasıydı. Milyonlarca hücre içindeki tirilyonlarca gözden onunkini ayırt edebilirdi... Ağlamamak istedi, gözlerini sıkıp tuttuğu eli kokladı.

"Ben de her sabah seni burada bekleyecem... Söz!" deyip dayanamadı, kesti ipini gözyaşlarının.

Khan elini yavaşça çekti kendine doğru, sonra bıraktı Alebü'nün ellerini. Kalkıp eve doğru gitti. Yol uzadıkça uzadı. Evine gitme isteğine inat, uzaklaşma isteğine destek olarak yol uzadı... Adımlar hızlandıkça yol yoruldu, yavaş yavaş tükendi.

Evine varınca doğru odasına gitti, çekmecedeki defteri çıkarıp o tarihle tekrar karşılaşmamaya çalışarak 'bir gün lazım olacağınızı biliyordum!' diye geçirdi içinden. Önemli olduğunu bildiği yerleri; renkli yazmış olduğu yerleri okudu ve aklında canlandırdı. Törseflerin nasıl daha kolay yoldan yenileceğini araştırdı. Bulduklarının eski bilgi olduklarını fark edip, bunların güncellerini aradı.

Henüz harbiltep eğitimini bitirmemiş olan yeğeni geldi aklına. Onun yanına gidip güncel bilgilere ulaşacaktı. Bİr boş defter ve kalem alıp doğruca Zülebü'nün (Khan'ın ablası) evine gitti. Pek uzak değildi, annesinin evi o üç evin orta noktası sayılabilirdi.

Oraya vardığında ablası açtı kapıyı. O ne kadar da hoşgörü ile karşılasa da Khan'ın acelesi olduğunu farkedip yardım etmek istedi ve birlikte Akuraç'ın (Zülebü'nün oğlu) defterini okumaya başladılar.

Khan önemli olan yerleri getirdiği deftere not alırken Akuraç da okunmayan yazısını okuyup tercümanlık yapıyordu.

Khan uzun süre burada bilgi toplayıp aklına kazımaya çalıştı. Neredeyse akşam olacaktı. Bir öğünü yememişti ve açlığın 'a'sını hissetmiyordu. Defterde kullanamayacağı kadar çok farklı yöntemler vardı. Bunların tamamını ezberlemek için uğraşıyordu. Biri olmazsa diğeri illa ki lazım olacaktı.

Yoper'in kararmaya çalıştığını Zülebü ona hatırlattı, iyice geç olmadan kalkması gerektiğini düşündü. Biraz sonra da dizlerinin ağrıdığını hissederek eve gitti.

Atmayı sevdiği o hızlı adımlardan atarak yazdıklarını okuyordu... Yoper hızla kararırken içinde bir daralma hissi büyüyordu.

Eve vardığında Yogan masayı hazırlamış, öylece bekliyordu. Bir anlık mutluluk sebebi oldu bu gördüğü tablo. 'Seni Seviyorum!' deyip anlından öpmek geçti içinden ama Alebü şimşek hızıyla aklına düştü ve vazgeçti. Çünkü onu seviyordu, Yogan'ı değil! Bunu kendisine anlatabilmişti ama yüzbinlerce yıllık kurallara nasıl anlatacağını bilmiyordu...

Birlikte yemeği yeyip kalktılar. Daha sonra erken yatması gerektiğini bildiği için yazdıklarının tamamını bir kez daha okuyup mantığını anlamak istedi. Yogan'ın ona yazdıkları hakkında sorduğu bütün soruları doğru yanıtlayınca derin bir oh çekti. Artık törsefler hakkında birçok şeyi biliyordu. Yazdıklarının tamamını aklına da yazmış ve nerdeyse hepsinin mantığını çözmüştü.

Birlikte oturup vakit geçirmeden yattılar, Khan uyumak için annesinin de çoğu zaman kullandığı bir içecekten kullandı. Eğer onu kullanmazsa heyecandan uyuyamayacağını biliyordu ve üstelik sabah kalktığında çok daha enerjik olacaktı.

İçecek sayesinde gece Khan'a çok uzun gibi geldi ve yine bunun sayesinde gün içinde uykusuzluk çekmeyecekti.

Dünkü gibi Coğfaray sabah erkenden gelmişti, farklı olan; bu sefer geldiğinde Khan uyanmıştı. Coğfaray içeri girip Khan'a birkaç yiyecek verdi. Şerik'in yaptığını söyleyince Khan tereddüt etmeden aldı.

Yogan'la vedalaştıktan sonra gitmek için son kontrollerini yaptılar. Her şey tamamdı. Yogan, iç çekerek ağlıyordu. Yogan'ın gözlerini silip anlından öptü Khan...

Söylediği tek söz 'takma kafana.' oldu.

Her ne kadar gitmek istemese de törsefleri öldürmek için birçok şeyini feda edebilirdi... Hayallerini bile!

Evden çıkınca dışarıdaki orduyu görünce şaşkınlıktan gözleri kırpılmayı unutmuştu. Böylesine kalabalık bir ordu beklemiyordu, hatta bırak orduyu; Tacır'ın koruyucuları dışında başka kimse olacağını sanmıyordu. Şaşkınlık, korkudan beterdi, bunu nasıl yeneceğini bilmiyordu...

Coğfaray'ın tek bir el hareketi ile tüm ordu yolda ilerlemeye başladı. Dört sıra halinde olanlar ordunun sadece yarısıydı. Ardından Coğfaray ve Khan yarım ordunun arkasına geçip geri kalan yarısını da arkasından dörderli sıra halinde gelmesini söyledi. Böylece daha güvende oluyorlardı.

Uzun olacağını bildiği bu yolculuk başladığında Khan Yoper'e bakıp canı çıkmadan dönebilmek için dileklerde bulundu. Aklına tanıdığı herkesi tek tek getirdi. Anılarını, iyi kötü yaşadığı tüm olayları, çok şey yaşamıştı. Mekia'nın dedikleri geldi aklına. Aklını, düşüncelerini okuyuşunu düşündü. Belki de bunları da okuyordur, kim bilir? Her an, herkesin aklını okuması mümkün mü? Neden olmasın? Her şey kontrolü altında, bunu da yapabilir...

Normalde herşeye alışmıştı, yaşadığı hüzünlere, dramlara, korkulara, zevklere ve en çok da ayrılıklara... Ama hiçbiri bu kadar alışılmışın dışında değildi. Söz konusu can olduğunda birçok şey onun gözünde değersizleşirdi...

Yürürken babasının ciddiyetinin bozulmadığı suratına baktıkça o daha da sıkıntıya giriyordu. Babasının yüzünde ölüme gider gibi bir bakış vardı. En çok da bundan korkuyordu. Yürümeye -ara vermeden- devam ettiler.

Coğfaray birden Khan'ın yüzüne baktı, "Gözlerin konuştuğunu bilirim de seninkiler gibi 'Hayır!' diye bağırdığını ilk defa görüyorum"

Khan suratını asarak "Hiçte bile! Korkmam için geçerli bir sebep yok!" diye itiraz etti.

"Ben de öyle olsun isterdim ama senin içinden geçeni gözlerin söylüyor, ağzın sadece beynini dinleyip dediklerini yapıyor..."

Khan susarak kabullendi.

Uzaklara baktı...

Çiğnenmez Kural! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin