I

60 55 43
                                    

Bir alarm olmasa da bir kapı sesi ile uyandı Khan. Gelen Coğfaray'dı, telaşla "Khan, savaşa gideceğiz" diye kötü haberi doğrudan söyledi.

"Ne savaşı, niye gidiyoruz? Sakin ol gel otur biraz." diyebildi Khan uykulu gözlerini iyice açarak. İçeri girip sakince olanları anlatmaya başladı.

"Ben hani bir ara hücrelerarası toplantıya gitmiştim ya, oradan dönerken başka bir binaya çok sayıda törsef saldırmış ve orada hala devasa bir delik var. Kötü olan şu ki o delikten çıkanlara baş edemeyip takviyeye ihtiyaç duymaları... Şanslı olan sensin, benim oğlumsun. Yoksa orada can veriyor olablirdin. Bundan başka önemli olay olursa eğer oraya da geleceksin ve yarın gitmemiz lazım oğlum hazırlan!"

Coğfaray soluk soluğa kaldı ve tüm olanları anlatırken paniği geçmiş değildi. Sakince anlatması gerekti ama anlatmış oldu bile...

Khan'ın gözleri açıldıkça Yogan'da korkuyordu. Kekeleyerek başladı "T-tamam tamam. Iıııı N-ne olacak ş-şimdi? Heh yarın gideceğiz oraya. İyi güzel, nesi güzel lan! Sabah gidecez demi, sabah erkenden..." telaşla sözünü bitirdi, ellerini yanmış gibi sallayıp duruyordu.

"Evet yarın Yoper kararmadan aman ağarmadan kalkacaz!" Diye en önemlisini söyledi. "Tamam mı? Yarın. Ben şimdi gidiyorum, sabah gelirim. Unutma bak yarın geldiğimde hazır ol!" diye uyarıp gitti.

"Khan neler oluyor? Nereye gideceksiniz? Ben hiç bir şey anlamadım!" dedi Yogan yem isteyen yavru bir kuş gibi... "Sen bırak onu bunu, gel hazırlayalım şu masayı, benim bir şeyler yeyip çıkmam gerekiyor. Gel yemekte anlatırım." derken Yoganı da alıp mutfağa doğru koşuşturuyordu.

Masayı hazırkarken, nasıl bir telaşsa meyveleri nasıl bu kadar ince doğradığını kendi de anlamadı. Oturup yemeye başladılar...

Khan ilk lokmayı bitirmeden ikinci lokmayı ağzına götürüyordu, kapı tekrar çaldı. Bu seferki daha normaldi. Lokmayı tabağa bırakıp "Kimsin lan?" derken masadan kapıya doğru koştu. Karşısında Coğfaray'ı görünce şaşırdı "Oha!"

"Baba daha hazır değilim, hatta bırak hazır olmayı sabah olmadı ki... Ne oldu?" Derken ağzındakini hala yutmamıştı. Dökülmemesi için konuşurken elini ağzının önünde tutmuştu.

Coğfaray, Khan'ı böyle görünce, daha doğrusu Khan bu şekilde karşılayınca gülmeden edemedi "Senin için değil be. Atkımı unutmuşum. Bak koltuğun üstünde, girmeyim şimdi içeri; ver onu bana.". gözleri ile içerdeki koltuğu gösterdi.

Khan daha sakin adımlarla içerdeki atkıyı Coğfaray'a verip babasını gönderdi. Tekrar masaya oturup yemeye devam etti. Bir yandan da Yogan'a anlatıyordu. Masada olduğu için dolu olan ağzını kapatma gereği duymadı. Böyle alelacele yediği yemekten hiçbir şey anlamıyordu ve tüm zararı bunlar veriyordu ona.

Yemeği yedikten sonra Khan dışarı çıktı, kötü haberi iletmesi gereken birisi olduğunu biliyordu. Hızlı adımlar ona zaman kazandırdı, giderken de Alebü'nün kararını değiştirmiş olmasını diledi. Yapacağı şeyin sonuçlarını düşünmek dahi istemiyordu, en ufak bir fikri de yoktu zaten.

Her zamanki bankta yine bekliyordu Alebü. Khan bir an onun kahvaltı yapmadan geldiğini düşünmedi değil aslında. Her geldiğinde Alebü'yü orada görmesinden yeni şüphelenmeye başlamıştı ve belki de geç kalmıştı.

"Hoşgeldin!" diye başladı Alebü. Sevinçli olma sebebini anlayamamıştı Khan. Belkide kendisinin bildiği haberi onun bilmemesiydi sebebi. Belki de kararı sevinçli olmak için yeterli idi... "Hoş buldum demek isterdim fakat hiç hoş haber yok!" diyerek oturdu bankın bir ucuna.

"Hayırdır, ne oldu?" Yoksa sen mi vazgeçtin?" diye bir espri yapmak istedi fakat amacından farklı bir soruydu. Khan derin bir nefes alıp "Hayır yaa... Bi kurum binasına törsefeler saldırmış, hala desteğe ihtiyaçaları var ve benim oraya gitmem gerek, üstelik yarın!" diye olanları anlattı. Anlatırken Alebü'nün yüzüne bile bakmadı. Sürekli yeri inceliyordu. Sert zemine önce bir şeyler yazılmış sonra da karalanmıştı. Merak etmişti aslında ama sormadı.

Sözü bittikten sonra Alebü'nün düşünüp cevap vermesine fırsat vermeden cevabını en merak ettiği soruyu sordu "Sen ne karar verdin?"

Alebü itiraz edercesine " Ya bırak şimdi kararı, gittiğin yerde ne yapacaksın, onu söyle; ne zaman geleceksin? Bundan önemlisi mi var?" dedi. Bunları sorarken sinirli gibi bir gözü vardı tabii korku ile karışmış bir sinir. Sanki ağır bir darbe aldıktan sonra sinirlenip intikam almak isteyen fakat korkan bir barbar gibi...

Khan bu sefer hepsini anlattı, ne biliyorsa... Anlattıkları biterken 'Ne zaman döneceğimi bilmiyorum' dediğini fark etti. Bu bilgisizlikten kendi de korkmuştu ama korkmanın tek becerdiği şey, rakibin motive olmasını sağlamaktı... İçinden geçenleri "şimdi böyle deyince kulağa hoş gelmeyebilir ama bir şey olmaz..." diye ifade etti.

"Ben hiç rahat edemem ki burada, nasıl olacak Khan? Gitmek zorunda mısın ki? Gitmesen de olur... Lütfenn..." diye yalvardı. Alebü bunu yaptığına inanamıyordu fakat içinden gelerek söylemişti bunları. Khan gülümsedi, "Bence bu sözler benim fikrimi sevdiğin manasına geliyor. Başka bir açıklaması olamaz..."

Alebü'nün yüzündeki korku gitti, yerini inatlaşan bir harbiltep okuyucusunun yüzü kapladı. "Ya, yapma şöyle şeyler. Ne sevmesi? Yani, daha doğrusu sevilmeyecek fikir değil de, ilgisi yok anlamında dedim. Aman be 'tamam' diyecektim sana ama oraya gitmen her şeyi bozacak gibi bence..."

Khan gülerek etrafına bakındı, yüzündeki tebessüm geçtikten birkaç saniye sonrasına kadar daha bakınıp fikrini belirtti "Öyle değil de, ertelenecek gibi bence. Yani ne olacak? Bu savaşa gidip geldikten sonra olacak dediklerim. Sonra da mutlu sonsuz umarım...". Sözünü bitirdikten sonra umutsuz bir tebessüm belirdi yüzünde. Gözleri hafiften kaydı.

Alebü, derince bir nefes aldı "Ya dönemezsen?" diye en korktuğu ihtimali sordu. "Khan gitme, Lütfen!" diye yalvardı...

"Ben sensiz ne yaparım..?"

Çiğnenmez Kural! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin