Baekhyun ve Kyungsoo geniş gözlerle bakıyordu Luhan'a. Meraklı gözlerden birisi kirpiklerini titreterek gözlerini kapatmış, diğeri sesli bir şekilde yutkunmuştu. Hissediyorlardı ve bu his nedensiz hoşlarına gidiyor gibiydi. Ateşe dokunan Baekhyun onun yakıcılığını, suya dokunan Kyungsoo buz gibi oluşunu hissediyordu sanki.
Şimdi bedenlerini kat kat ipekten elyaflara sarsalarda alamazlardı bedenlerinin içten korlanışını.
"Luhan-shhi." Baekhyun derinden gelen sesiyle mırıldanmıştı. Sanki Luhan'ın sesi tutunduğu son şeymiş gibi... Yanakları yine pembenin en naif tonuna bürünürken, dudakları arzunun verdiği payla ıslanıyordu.
Üçü de derin nefesler alıyor, bulundukları mekanda çıt çıkmıyordu bunun haricinde. Kyungsoo titreyen parmaklarını havaya kaldırdı. Gözleri devamlı hareket eden Luhan'ın o pembe güzel ağzındaydı. Ne de güzel açılıp kapanıyordu öyle... Ne de güzel yuvarlıyordu kelimeleri dilinin arasında. Ne kadar ıslak... Ne kadar sıcak... Ne kadar da acının tadı tatlıya dönüyordu böyle.
"Peki..." Baekhyun konuşabilmek ve kuru boğazını temizleyebilmek için yutkundu. "Peki, nasıl hissettiriyor?"
Luhan kendisine bakan gözlere baktı işveli bir gülüşle. Adamın aklını alan güzelliğine bir de böyle hareketler eklediğinde insanın ölümüne bile neden olabilirdi. "Cidden, siz ikiniz daha önce kimseyle öpüşmediniz bile değil mi?"
İlk kim cevap verecek diye kendilerini yerken ikisi de birbirine bakmıştı. Baekhyun böylesi soruya ilk atlayacak kişi olmadığına göre bu soruya ilk önce Kyungsoo cevap verecekti. "Hayır. En son altı yaşımda annem beni çıplak gördü." Luhan, Baekhyun'un cevabına gerek bile duymamıştı. Kyungsoo'dan farkı olmadığına da emindi.
Üçü kocaman bir battaniyenin altında, ortak salonun en kuytu köşesinde, bacaklarını uzatmış oturuyorlardı. Luhan biraz geride, Baekhyun ve Kyungsoo tam karşısındaydı. Sık nefeslerinin nedeni elbette seks hakkında ki sohbetleri falan değildi. Sık nefeslerinin nedeni, battaniyenin altında nefes alma zorluğu çekmelerindendi. Yoksa, ergenliğin ve daha önce böylesi bir şeyi yapmamış olmalarının hormonlarını harekete geçirmesi ile alakası bile yoktu.
"Öpüşmek biraz ıslak hissettiriyor. Yani ıslak ve nefessiz. Öpüşmek daha çok aşkla alakalı çünkü sevişmenin en masum parçası öpüşmek."
Kyungsoo yandan yandan Baekhyun'un dudaklarına baktı bu arada. Onu öpmek istediği falan yoktu. Baekhyun'un dudakları ince ve fazla kalın değildi ancak kendi dudakları suratının yarısını kaplıyordu. Acaba diyordu... Onu mu öpmek daha güzel olurdu yoksa kendini mi? "Peki kadınlar? Onlarla da birlikte oldun değil mi?" hala Baekhyun'un dudaklarına bakarken mırıldandı Kyungsoo.
"Ah..." Luhan iç çekti. Kadın ya da erkek ayrımı yapmıyor olsa da erkeklerden daha zevk aldığı ortadaydı. "Kadınlar daha ilginç." Nasıl anlatacaktı bu iki masum bedene deneyimlerini, bilemiyordu. Uzun zamandır kaçıyordu bu gibi bir sohbetten ancak Kyungsoo ve Baekhyun sonunda onu yakalayabilmiş o da kaderine razı gelmek zorunda kalmıştı. "Yani daha ıslak. Erkeklerle beraber olduğunda daha kuru oluyor. Kadın bedeni daha narin ve zarif... Dokunduğun her yer yumuşak ve çok hoş kokuyor. Kadınlar, erkeklerden daha arzulu varlıklar. Ait olduğu erkekten daha çok zevk aldığı için aldığı zevk kadar erkeğini tatmin etmeye çalışıyorlar. Sizi seven elleri yumuşacık, ağızları küçücük ve dudakları minicik. Daha narin öpüyorlar ve daha narin seviyorlar."
"Ama onların o kadar da zevk verdiğini hiç söylemedin." Baekhyun zeki olduğu için ve özellikle bu konuyla aşırı alakalı olduğu için ince detayı çoktan yakalamıştı.
"Çünkü erkeklerden daha fazla zevk vermiyorlar." Gülümsedi Luhan. Baekhyun'un bu merakı nereden geliyordu merak ediyordu doğrusu.
"Nasıl oluyor?"
"Ne nasıl oluyor?" Kyungsoo'nun meraklı sorusu üzerine kaşlarını kaldırdı Luhan.
"Anlat hadi. Yani bir erkek, erkekle... Nasıl zevk verebiliyorlar ki birbirlerine?"
Kurtuluşu olmadığını anladı Luhan. Bu iki kafadar kesin bir cevap almadan Luhan'ı serbest bırakmayacaktı anlaşılan. Madem bunu tensel değil kelimelerle tecrübe etmek istiyorlardı Luhan'da onlara istediğini verirdi. "Gözlerinizi kapatın." Usulca fısıldadı ikisine de.
İkili heyecanla gözlerini kapadığında Luhan eğilip ikisinin yanağına da oldukça nazik bir öpücük kondurmuştu. Konuları seks ise dokunmak önemliydi.
"Hayal edin." Sesi derinden geliyordu. İçten ve arzulu. "İstediğiniz herhangi birisini. Rüyalarınıza konu olan birini." Derin bir nefes aldı. Sehun'a olan özlemi doruğa çıktığında kendisi hep bunu yapıyordu. "O güçlü kolların sizi sardığını düşünün ve parmaklarının çırılçıplak bedeninizde kaydığını hissedin." Luhan ister istemez etkileniyordu bu hayalden, hayalinde ki erkek yüzünden. O yüzden belki de bu kadar içten konuşuyordu. "Parmakları bel kavisinizi çizdiğinde yavaşça kasıklarınıza doğru ilerliyor. Ürkek ama bir o kadar da korkusuz. Islak dudakları omuzlarınızı ezerken parmakları önünüzde ki ufaklığı kavrıyor yavaşça. Tam arkanızda, ait olmak istediğiniz bedenin parmakları sanki orası için yaratılmış gibi ileri geri hareket ederken kalça çizginizde bir sertlik hissettiğinizi hayal edin."
Luhan ateş gibi gözleri ile karşısında oturmuş iki çocuğa baktı. Çocuktu bu ikisi onun için. Birisi yumruklarını sıkmış diğeri dudaklarını ısırmış bir şekilde, yaramazlık yapmıyorlar gibi usluca ve sakince oturuyorlardı. Ancak Luhan biliyordu iç dünyalarında fırtınalar koptuğunu. Aptal değildi o kadar... Bu iki çocuğun nelerden etkilendiğini çok iyi biliyordu.
Öne doğru eğilip daha bir derin daha bir fısıltı ile konuşmaya başladı. "O sahiplenici büyük parmaklar kalçanızda gezintiye çıktığında arkanızda ki adam size sahip olabilmek için harekete geçti şimdi. Bedeninizin orasına burasına değen o sertlik belki de hoşunuza gidebilecek en hassas yerde dolanıyor şimdi. Daha önce kimsenin dokunmadığı, kimsenin ellemediği masumluğunuza sahip olmak için yanıp tutuşuyor. Sizi de yakıyor bu esnada. Bedeninin alevi, bedeninizin soğukluğunu kırıyor. Sertl---"
Sohbetin en can alıcı noktasında sarındıkları ve saklandıkları battaniye birisi tarafından acımasızca üstlerinden alınmıştı. Baekhyun anında toplanırken Luhan kurtarıcısına bakmıştı. Aralarından sadece Kyungsoo hayal dünyasından sıyrılamamış gibiydi.
Taehyung her birine, anlamsız bir yüz ifadesi ile bakıyordu. Anlamsız ve sorgulayan bakışlar Luhan ve Baekhyun'un üzerinde gezdikten sonra Kyungsoo'nun üzerinde durdu. Baekhyun boğazını temizlemiş Kyungsoo'yu dürtüklemişti yandan yandan.
"Umarım aklımdan geçen şeyleri yapmıyorsunuz?"
Luhan aldırmaz bir şekilde sırıttı. "Aklından geçmeyecek şeyler yapıyorduk küçüğüm. Peki, senin bizi rahatsız etme nedenin ne?"
Taehyung sesin sahibine baktı iç çekerek. "Profesör Kim Jongdae seni odasında bekliyor geyik."
Baekhyun en az kendisi kadar terbiyesiz olan kardeşine baktı, kardeşi de ona bakmıştı. Baekhyun gözleri ile onu oracıkta öldürmeye söz verirken Taehyung omuz silkti. "Bunlar bana işlemiyor Baekhyun."
Baekhyun yerinden toparlanıp Taehyung'un arkasından gidemeyecek kadar güçsüz hissediyordu bedenini. Zira az önce hayal ettikleri pekte etik şeyler değildi. Oracıkta can vermesine neden olacak şeylerdi.
"Pekala, başka zaman devam ederiz bakalım Profesör Yakışıklı Kim ne istiyormuş."
İki küçüğü de kafasını uslu bir şekilde salladığında Luhan oturduğu yerden kalkıp ortak salonun çıkışına ilerlemeye başlamıştı. Baekhyun bir müddet giden Luhan'ın sırtını izlemiş ardından çekingen bir şekilde Kyungsoo'ya bakmıştı.
"Kimi hayal ettin?" yeterince birbirlerinin özeline girmişlerdi bu yüzden Baekhyun bunu sormaktan çekinmemişti.
"Hiç, öylesine kafasız bir adam işte. Sadece bedenini aklımda canlandırmaya çalıştım." Omuz silkti Kyungsoo ayaklarını ateşe doğru verirken. "Sen?"
Baekhyun bu defa pembeleşmemiş hepten kızarmıştı sanki. "Aynı. Senin gibi işte."
İkisi de yalan söylüyordu birbirlerine. İkisinin de içten içe hormonlarını ayağa kaldıran iki farklı adamdı aslında.
------
Luhan bu odayı o kadar iyi tanıyordu ki... Yedi senedir neredeyse her dönem on defa geldiği odaydı burası. Başkaları bu odada gerilirken Luhan kendi evinde gibi rahat ve huzurlu hissediyordu. Alışmıştı çünkü. Odanın içinde ki naftalin kokusuna, Jongdae'nin delici bakışlarına, hareket eden saat seslerine, kitapların odayı sarmasına... Her şeye alışmıştı Luhan. Alışmış ve benimsemişti. Jongdae sadece onu azarlamak için buyur etmiyordu odasına. Kimi zaman sohbet etmek için geliyordu Luhan buraya. O yüzden ona Profesör Yakışıklı Kim diyordu.
Ki Jongdae ona göre bu ünvanı sonuna kadar hak ediyordu. O taşıdığı uzun siyah cübbesi ve bedenine tam oturan gömleği ve kumaş pantolonu ile tam bir Profesör Yakışıklı Kim oluyordu. Yüzüne oldukça yakışan yuvarlak gözlükleri ve dağınık saçları da onu tamamlıyordu. Kendinden en az on beş yaş büyük olan bu adamla boş ve dolu sohbetler yapmayı seviyordu Luhan.
Birbirlerine özel bir ilgileri bulunmuyordu sadece arada ki yaş farkı uçurumunun arkadaş olmaya engel olmayacağını gösteriyorlardı herkese. Luhan'da ki toyluk Jongdae'nin hoşuna gidiyor, Jongdae'nin yaramaz ama bir o kadar olgunluk dolu hareketleri Luhan'ın hoşuna gidiyordu.
Luhan ne zaman bir çıkmaza girse öğretmeninin odasında alıyordu soluğu. Daha çok birbirlerinin kayıp kardeşleri haline getirdikleri bu ilişkiyi büyük bir saygı çerçevisinde örüyorlardı.
Ve işte yine buradaydı. Jongdae burnunun ucuna doğru kayan gözlüğü eski yerine oturturken yeniden ona bakıyordu. Jongdae her zamankinden daha yorgun ve dalgın bakıyordu karşısında ki çocuğa. Toprak kabilesinin en can alıcı güzellikte ki erkeğine bakıyordu. Neler yaptığını biliyordu ve Luhan'ın iç dünyasından da sonuna kadar haberdardı. Aslında Jongdae bir hava bükücü olmasına rağmen toprak kabilesi insanlarının ne kadar yaramaz olduğunu biliyordu.
"Geçen gün yaşadığın rahatsızlık yüzünden sohbetimiz yarım kalmıştı Luhan." Jongdae bu arada bardaklardan birine likörlü şerbet dolduruyordu. Bu da aralarında küçük bir sırdı. Jongdae yaşı erişkinliğe ulaşmış bu genç adama odasında arada sırada da olsa hafif alkollü içecekler sunuyordu. "O sohbeti devam ettirmek için seni çağırdım. Umarım rahatsız etmedim."
"Etmediniz efendim. Pek işim yoktu, aslında bilirsiniz ben o kadar meşgul bir insan asla olmadım."
Jongdae bu sevimli cevabın üzerine gülümsemiş doldurduğu bardağı Luhan'a uzatmıştı. Kalçasını masasına yaslayıp bir müddet sessiz kaldıktan sonra sonunda lafa girmişti. "Bu zamana kadar benden bir şey sakladığını düşünmüyorum Luhan. İyi sırdaşlarız değil mi? Öyle olduğumuzu biliyorum en azından. Bunu senden başka birisine sorarsam eğer cevap alabilme ihtimalim neredeyse sıfıra yakın olacaktı ancak bana dürüstçe cevap verebileceğine de fazlasıyla eminim." Jongdae doğru kelimeleri bulabilmek için adeta sürünüyor gibiydi. "Luhan, son zamanlarda yaşanan olayları biliyorsun ve benim küçük anahtarım da sensin. Siz, öğrenciler, o küçük dünyanızda neler yapıyorsunuz?"
Luhan içkisinden bir yudum alıp keskin tat yüzünden iç çekti öğretmenine bakarken. "Muhbirlik yapmamı istiyorsunuz ve ben bundan pek hoşlanmam biliyorsunuz."
"Hayır yani evet aslında sayılır. Bu muhbirlik biraz da ilerde ki olayların şiddetini azaltabilir Luhan."
Luhan sadece takılıyordu. Zaten Jongdae'ye gidecekti. İçinde ki korkuları ne Suho ne Sehun ne de başkası bastırabilirdi. Korkularına her zaman Jongdae merhem olmuştu. "Pekala..." oturuşunu düzeltip boğazını temizledi içkisini parmaklarının arasında sıkarken. "Profesör Yoo, oldukça şaşırmama neden olan bir şey yaptı efendim." Yutkundu. Aklında hala o aptal ödev vardı. "Ders işleniş şekillerini en iyi sizin bilmeniz lazım değil mi?"
Jongdae sesini çıkarmadan sadece onaylar bir şekilde başını salladı. "Zaman bükücüleri ve bekçileri, Geçmişten Günümüze Sihirli Varlıklar dersinin konusu ancak Profesör Yoo o konuyu kendi dersinde üstelik altıncı sınıflara anlatmış. Üç parşömeni kaplayacak şekilde de ödev vermiş. İşin en garip tarafı ise..." dudaklarını ısırdı Luhan. "Geçen sene o dersin kitabında Zaman Bükücüler yokken bu sene kitapta var ve biliyorsunuz ki---"
"Bayan Yoo bir büyücü." Jongdae lafını tamamlamıştı dalgınca. Büyücülere keskin bir saygısı vardı Jongdae'nin. Bir bükücü değil de daha çok bir büyücü olarak gelmek isterdi dünyaya.
"Bu konuyu Bayan Yoo ile konuştun mu Luhan?" Luhan kafasını hayır anlamında salladı. "Sizin konuşmanızın ve ona sormanızın daha doğru olabileceğini düşündüm efendim."
Luhan şu an fark etmiyor olsa bile bir sorgunun ortasındaydı ancak Jongdae ile olan bağı yüzünden bu sorgu daha çok sohbet havasında geçiyordu.
"Pekala, başka neler yaşanıyor dünyanızda?"
Luhan, Sehun ile olanları ve Suho ile yaşadıklarını da anlatmak istiyordu Jongdae'ye. Ancak bu zamana kadar aşk hayatına dair hiçbir şey söylememişti öğretmenine. Yine de kimseye anlatamıyor olmak Luhan'ın omuzlarında ki yükü daha çok artırıyordu sanki.
Bir anda duraksadı. Aklına gelen şeyle iç çekti. Bu detayı kesinlikle atlamaması gerektiğini biliyordu. "Lay bizimle konuşmuyor efendim. Bize sanki... Bir çeşit düşman gibi. Lay'i bilirsiniz. Kanlı ay gecesinden beri çok tuhaf ve geçen bizimkilerle oturup konuştuğumuzda kanlı ay gecesine dair pek çok detayı hatırlamadığımızı anladık. Birimizin hatırlamaması olağan bir şey ama hepimizin birden hatırlamaması durumu çok tuhaf hale getiriyor."
"Bir dakika." Jongdae kafası karışmış gibi ona baktı. "Yani Suho, Lay'e bu yüzden mi saldırdı?"
Luhan kafasını salladı onaylar şekilde. Öğretmenine, bir de benden hoşlandığı için saldırdı diyemezdi elbette. "Neyi hatırlamıyorsunuz tam olarak?"
Luhan yine içkisinden bir yudum almıştı boğazını ıslatmak için. "Sabahı ve akşamı hatırlıyoruz her birimiz ama hiçbirimiz yatakhaneye veya yatağımıza nasıl gittiğimizi hatırlamıyoruz profesör."
"Atladığın bir detay, en ufak bir detay var mı Luhan? İyi düşün."
Kısa bir sessizlik sardı odayı. Luhan içkisinin son damlasını yudumlarken başını hayır anlamında sallamıştı. Aklındakilerin yarısını anlatmıştı Jongdae'ye ama en önemlisini anlatmıştı.
Jongdae ellerini cebine atıp sırtını ona doğru döndü kaşlarını çatarak.
Bir noktayı kaçırıyordu sanki. Anahtar ellerinde deliğe yerleştirmişti ama kilidi açabilmek için tek bir şeye ihtiyacı var gibiydi. "Lay.." kendi kendine mırıldandı. Belki de kilidi onun sayesinde açabilirdi. Aynı kabileden gelmeleri onları bir nebze daha yakın kılıyordu birbirlerine.
Luhan'ın uzun diyebileceği dakikalar boyunca Jongdae olduğu yerde öylece kaldı bir süre. Profesör Yoo, Zaman Bükücüler, Lay, Suho... Bir daha tarttı aklında. Kehanet... Kehanet... Kehanet...
"Kehanet!"
Luhan anlamamış bir şekilde öğretmenine baktı.
"Luhan bugünlük bu kadarı yeterli teşekkürler." Jongdae'nin gözleri ve sesi yepyeni bir şey bulmuş gibi titriyordu. Hedef açıkça önünde onu bekliyordu.
Luhan odadan bir şeyler demeden çıkmış, Jongdae'nin odasının iki oda ilerisine ilerlemişti. O esnada Min Yoongi, Profesör Kim Minseok'un odasına giriyordu. Bir anlığına yüzüne baktı Yoongi'nin, Yoongi'de ona bakmıştı. Siyah ve beyazın birbirine karışması gibiydi o an. Kapı kapandığında ve Yoongi kaybolduğunda Luhan kendisine gelmiş yoluna da devam etmişti.
"Otur Yoongi." Minseok şöylesi anlardan cidden nefret ediyordu. Öğrencileri sorgulamak ona göre değildi çünkü bu işi Jongdae kadar kıvrak bir şekilde yapamıyordu. Geriliyordu, gerginliği ise herkese yansıyordu.
Ne diyeceğini bilemeyecek şekilde Yoongi'ye bakmıştı. Yoongi biliyordu neden burada olduğunu.
"Ben yapmadım." Minseok'a izin bile vermeden suçlanacağı konuyu reddetmişti.
"Henüz seni bir şey için suçlamadım Yoongi."
"Beni neyle suçlayacağınızı biliyorum profesör. Bu zamana kadar da herkes tarafından suçlandığım için o bakışların nedenini de biliyorum." Yoongi kelimeleri zorlanmadan tek tek çıkarıyordu ağzından. Eğer karşısında onu tanıyan birisi olsaydı kanı donardı. O kadar zorlanmadan ve rahat hareketlerle yalan söylüyordu ki... İnanmayanı bile kendine kolayca inandırabilirdi.
"Bak, bu işi Zihin Bükücülerden birisi yapmış. Bu bariz şekilde belli ve Jongin cidden büyük bir zarar görebilirdi. Hepinizin, sadece senin değil, hepinizin kontrolsüz güçleriniz ile baş etmeye çalıştığınızı biliyorum ve sinirlendiğinizde nasıl olduğunuzu biliyorum." Minseok konuşurken saniyelik öğrenci zamanlarına gitmişti. Bu okulda, bu binanın içinde. Takıntılı olduğu kişiye nasıl acılar çektirdiğini düşünmüştü. "Ve sizin sonu gelmez bir şekilde birbirinizi yediğinizi de biliyorum Yoongi. Herkes biliyor." Başını yan duvara çevirdi lafı bitince. Sorgudan kopmuş gibiydi. Onu takıntısından ayıran duvarları düşündü ve öğrencilik zamanında yaptıkları yüzünden takıntısının ondan nasıl da korktuğunu.
Yoongi bu boşluğu bulmuştu ve bu boşluğa oynayacaktı. "Neden ben?" derin bir nefes aldı. "Neden özellikle ben efendim? Anne ve babam yüzünden mi yoksa bir zihinci ve elementçinin günah meyvesi olduğum için mi? Element bükmeyi reddedip zihincilerin yanına katılmama rağmen beni bir türlü kabul etmeyen bakan yüzünden mi? Benim üzerime oynamak ya da beni suçlamak daha kolay olduğu için mi ben efendim?"
Acıma duygusu ve acındırma duygusu... Doğru kelimeleri bulunca her zaman işe yarardı. Yeter ki Minseok kadar vicdan sahiplerini kandıracak noktayı bulsun... Yoongi o noktların telleri ile çok güzel oynardı. Yıllardır bunu yapıyordu zaten. Yıllardır her şeyin içinden bu şekilde sıyrılıyordu.
Minseok ona baktı. Bir şey diyecekti ama o demeden birisi kapıyı çalmış içeri süzülmüştü. Jongdae oturan öğrenciye ardından da Minseok'a baktı.
"Kim Jongin kendine gelmiş tamamen."
Minseok bir süre Jongdae'ye baktı ardından bakışları Yoongi'yi yakaladı. "Eğer Kim Jongin senin olmadığını söylerse Yoongi, bu işten aklanacaksın. Ancak Kim Jongin senin olduğunu söylerse, öğreticilik hayatım boyunca yapmadığım şeyi yapıp seni okuldan kendi ellerimle yollayacağım."
------
Jongdae geride durmuş olanları izliyordu. Bu olay Minseok'u kapsadığından sadece sessiz bir seyirci rolündeydi. Sehun, Chanyeol, Jungkook, Jongin'in tepesindeydi. Jongin zaten dün gece uyanmıştı ama bedeninin çektiği acılar yüzünden iki kelimeyi bir araya getirememişti.
"Yani iyisin?"
Jongin öğretmenine bakıp kafasını salladı usulca. Minseok'un anında, neden tepesinde bittiğini biliyordu. Ona, bunu kimin yaptığını soracaktı. Bugün çok ziyaretçisi olacaktı Jongin'in ve hepsi aynı soruyla karşısına dikilecekti. Özellikle babası ağzından bir isim alana kadar onu zorlayacaktı. İsim alamazsa da hayal kırıklığı ile bakacaktı ona.
Alışmıştı Jongin babasının gözünde kocaman bir hayal kırıklığı olmaya.
"Kimdi Jongin? İyice düşün. Seni bu hale getiren kişi kimdi?" Minseok diğerlerini kovmamıştı çünkü biliyordu konuşulanların Jongin tarafından diğerlerine özellikle de Sehun'a aktarılacağını. Akraba oldukları kadar çok sıkı dostlardı da.
Jongin yerinde kıpırdandığında Jungkook hemen yastığını düzeltmiş Chanyeol ise elini tutup ona destek olmuştu. "Teşekkürler." Yorgun bir sesle mırıldandı. Herkes nefesini tutmuş bir şekilde onu bekliyordu. Dudaklarının arasından çıkacak olan kelimeler önemliydi.
"Dün geceden beri zihnimi zorluyorum profesör ancak bana saldıran kişiyi görmedim."
Kimseden çıt çıkmazken tek Jungkook hislerini gizlememiş ve hayal kırıklığı dolu bir inleme bırakmıştı. Minseok öğrencisinin gözlerine baktı gayet ciddi. "Jongin, emin misin? Bu önemli biliyorsun değil mi? Bu yataktan çıktığında saldırdığın ilk kişiyi suçlu sayacağım ve onun kadar sende suçlu olacaksın gözümde. Bu duruma düşmek istemezsin değil mi?" Jongin sessiz kaldığında Minseok sanki birisi sabır duvarlarını sikiyormuş gibi hissetti. "Jongin, güçlü bir Zihin Bükücüsün öylesine bir saldırıda seni birileri alt edemez. Sadece... Biliyorsan söyle."
Minseok, Jongin'i ne kadar zorlarsa zorlasın Jongin vermemişti bildiği ismi. Kendine yediremezdi çünkü. Yoongi'nin adını verdiği an Yoongi'nin okuldan atılacağına emindi ama bu kendi gururuna sığar mıydı cidden? Kendine yedirebilir miydi? Haklıydı Minseok, Jongin güçlüydü ve o gücüne rağmen Yoongi onu alt ettiyse Jongin'de kendi kozlarını oynayacaktı. O kadar kolay bir şekilde okuldan atılamazdı.
"Eğer detayları yakalarsam size geleceğim profesör, söz veriyorum." Minseok sonunda pes etti. Etmek zorundaydı, farkındaydı.
"Pekala. Sen şimdi dinlen. Ailene haber vermeliyim. Siz de onu biraz rahat bırakın. Eminim hazırlanmanız gereken sınavlar vardır."
Jongin'in tepesinde dikilen üçlü öğretmenlerinin kovalaması yüzünden isteksiz bir şekilde ayağa kalktı. "Hafta sonu gezisini unutma Jongin." Chanyeol mırıldandı gülümseyerek.
"Evet, mümkünse hafta sonuna kadar o yataktan çık. Sensiz gitmeyelim oraya." Sehun, Jongin'in saçlarını karıştırmış Chanyeol'un arkasına takılmıştı. En son Jungkook kalmıştı yanında. Jungkook Jongin'e Jongin Jungkook'a bakıyordu.
"Hadi söyle aklındakini." Jongin, Jungkook'un kendisinden çekindiğini biliyordu.
"Hafta sonu... Geziye bence de gelmelisin. Bana sözün vardı çünkü."
Jongin kaşlarını çattı. Ne söz vermişti ki? Düşündü. Sonunda aklına gelen şeyle gülümsedi.
"Tamam, tamam. İyi olup geleceğim ve o istediğin şeyi de alacağım. Hadi git." Jongin kafasıyla gitmesini işaret ettiğinde Jungkook gülümseyip ayrılmıştı hastane kanadından.
Jongin bir süre sessizliği dinledi sabırsızca. Orada olduğuna emin olduğu şeyi bekliyordu.
"Do Kyungsoo. Kokunu alabiliyorum." Yorgunca mırıldandığında Kyungsoo'da saklandığı delikten çıkmıştı yavaşça.
Geniş kapıların ardında, karanlığa gizlemişti kendini. Jongin başından beri orada olduğunu biliyordu ama kimseye bir şey dememişti. Karşısına dikildiğinde yüzüne baktı gözleri kıpkırmızı olmuş küçük bedenin.
"Neden buradasın?"
Kyungsoo etrafına baktı. Ne diyeceğini bilemez bir hali vardı. Olduğu yerde bacaklarını sallıyor derin nefesler alıyordu.
"Neden yalan söyledin?" güçsüz cılız bir sesle sorguladı Jongin'i.
"Yalan? Ne yalanı?"
"Onlara bilmediğini söyledin ama Yoongi olduğunu biliyordun ve yalan söyledin."
Jongin kafasını yastığa bastırıp karşısında dikilen ve ondan çekinen çocuğa baktı. En son güçlerini onun üzerinde kullanabildiğini sandığında böyle çekiniyordu ondan. Yoongi olduğunu kendinden başkasının bilmediğini sanıyordu.
"Yoongi ile arkadaş olduğunuzu bilmiyordum. Ah, kuzeninin o çocuğa olan özel ilgisinden kaynaklanıyor olmalı sanırım."
Kyungsoo başını kaldırıp öfkeyle ona birkaç adım atmıştı. "O benim arkadaşım değil! Sana zarar veren ve kuzenimi benden çalan birisi benim arkadaşım olamaz! Hepsini gördüm. Rüyamda gördüm!" sesini fazla yükselttiğini anladığında dudaklarını ısırdı Kyungsoo.
Jongin'in yüzünden hala bir şey okunmuyordu. "Kuzenin için üzülmeni anlarım ama bana zarar veren birine neden kin tutasın ki?"
Sessiz kaldı Kyungsoo.
Bu sessizliği rüya detayını ikisinin de aklından silmişti sanki.
Jongin gözlerini kısıp parmağıyla Kyungsoo'nun eline dokundu usulca.
"Geçen gece beni öptün."
Kyungsoo başından aşağıya kaynar sular inmiş gibi olduğu yere çakıldı. Uyanık mıydı? Biliyor muydu?
"Tam burayı." Jongin elini Kyungsoo'nun öptüğü yere bastırdı. "Uzunca."
"Sus. Yoksa bir şeyleri kafana geçirip susmanı sağlarım."
Kyungsoo kırmızının tonlarına bürünürken Jongin eğleniyor gibiydi. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip gülümsedi. İlk kez Kyungsoo'ya karşı gülümsedi hem de.
O an Kyungsoo ne yapacağını bilemedi. Tıpkı o gün Kyungsoo'nun Jongin'i allak bullak etmesi gibiydi bu.
Jongin, Kyungsoo'yu bileğinden tutup yüzünü kendi yüzüne yaklaştırıp fısıldadı usulca.
"Kim Jongin bir Do Kyungsoo sıfır su insanı."*** Çiçeklerim. Geçen bölüme yaptığınız yorumlara dönemedim çünkü hesabım sorunlu. Yine dönemeyecek gibi olursam bana kızmayın ve yorum yapmaktan da kendinizi almayın. Bu bölüm 13 sayfaydı. Bundan önceki kısa bölümün telafisi olarak düşünün. Bir de şarkı listemi size açayım diyorum. Her bölümde bir şarkı önersem size bu hoşunuza gider mi?
Ve ve ve umarım sevdiniz bölümü, en az sizi sevdiğim kadar. ❤ Kocaman sulu öpücükler verdim her birinize kelebeklerim. ❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mind, Element and Time [Tamamlandı]
FantasíaDerler ki Tanrı oyun oynamayı severmiş. Oyun oynamayı sevdiği için ilk önce dünyayı ve daha sonra hayvanları yaratmış. Yarattığı seksen bin alemde en mükemmelini yaratmak istemiş ardından ve yarattığı yeni iki ayaklı canlıların adı insanmış. Tatmin...