*** Sevgililer günü sipeşyıl bölümüdür. İyi okumalar kelebeklerim.
Hafta sonu sabahı Dyer dağlarına iyi gelmiş gibiydi. Günlerdir tüm kasveti ile tepelerde duran bulutlar bir bir dağılmıştı sanki. Güneş berrak gökyüzünde salınıyorken, çiçeklerin üzerine düşen kar yavaş yavaş toprağa damlıyordu. Hava hala hissedilir bir şekilde buz gibiydi. Ancak manzara göz dolduracak şekilde bakireydi. Sanki birileri her yere beyaza boyamış ve kimse o masumluğa kıyıp dokunamamıştı.
Bina tam on beş dakika önce öğrencilerden arınmıştı. Dyer dağının altında ki Sophon kasabasına ziyarete gitmişti hepsi. Her yıl okul bitmeden ve sınavlar son bulmadan önce giderlerdi o küçük ama içinde dünyalar barındıran kasabaya. Küçük olabilirdi ama elementçiler ve zihinciler için bir merkezin kaynağı gibiydi. İstedikleri her şeyi bulabilirler ve eğlenebilirlerdi. Onlara aitti bu bölge ve sadece onlardan ibaret değildi. Diğer bütün farklı canlı varlıklara ait izler bulabilirlerdi burada.
Jongdae odasının geniş penceresinden bakarken bunları düşünüyordu tamda. Kendisi de defalarca o kasabaya gitmişti. Güzel anıları olmasa bile eğlendiği anlarda olmamış değildi, olmuştu. Yine de fazla düşünmezdi o toy zamanlarını. Çünkü çok güzel geçecek zamanları birisi tarafından bozguna uğratılmıştı.
Geri yerine geçerken eli bir takım şeyler yazdığı kâğıda gitti. Derin derin baktı kâğıda. Sanki çıkışa az kalmış gibiydi.
Bir sürü isim vardı kâğıtta. Ancak tam ortasında kocaman Lay yazıyordu ve Lay'in yanında kocaman bir soru işareti... Soru işaretinin uç kısmında ise Sehun ve Jimin isimleri vardı. Tüy kalemini eline alıp bir şeyler karalayacakken kapının açılması ile dikkatini oraya verdi. "Minseok. Kapı çalmadan içeriye dalma âdetinin olmadığını sanıyordum."
"Öğrenciler gittiğine göre öğretmen rolünden biraz sıyrılayım dedim."
Jongdae daha dikkatli baktı Minseok'a. Üzerinde ki cüppeyi çıkarmış pantolon askılarını da genişletmişti. Biraz kalkık olan simsiyah gömleğinin yakası bir iki düğme açık, saçları geriye taranmış ve bedenine ait her şey sanki onun bir parçasıymış gibiydi.
Yani Minseok çoktan öğretmen rolünden sıyrılmıştı. "Tüm gün odanda kapalı kalmayacaksın umarım?"
"Aslında onlarla gitmeliydik Minseok." İçi rahat değildi Jongdae'nin. Biliyordu koruyucular vardı yanlarında ama kendi gözleriyle görerek emin olmak istiyordu güvenliklerinden.
Minseok'un tavana vuran ayakkabı sesi giderek yaklaşıyordu. O giderek yaklaşırken Jongdae giderek geriliyordu sanki. Elini masaya yaslayıp doğruldu usulca.
"Hem seninle bir şey konuşmam lazım. Gelmen isabet oldu."
Minseok tam önünde durduğunda Jongdae ona güçlükle baktı. "Bugünlük bunları konuşmayı bırakalım Jongdae." Minseok elini Jongdae'nin yanından geçirip masaya yasladı. Bedenleri tehlike arz edecek kadar yakındı şimdi. Jongdae, Minseok'un alıp verdiği nefeslerin sesini ve sıcaklığını hissedebiliyordu. Donmuş gibiydi ve Minseok'un bunu yapmasından hiç hoşlanmıyordu. "Bunu defalarca konuştuk Min. Uzaklaş."
Yanılıyordu çünkü konuşmamışlardı. Hep kaçmıştı Jongdae. Minseok ise inat eder gibi diğer elini de dayadı masaya. İnadına devam ederek sıkıştırdığı bedenin gözlerine bakmaya çaba harcıyordu. Neden bakmadığını da biliyordu. Her şeyi mahveden kişiydi Minseok. "Jongdae, bana bak."
Jongdae başını başka bir yere çevirip kafasını salladı usulca. "Bana yeniden zarar vermen için bakmayacağım sana Minseok. Eğlencenizin kahkahalarını hala hatırlıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mind, Element and Time [Tamamlandı]
FantasíaDerler ki Tanrı oyun oynamayı severmiş. Oyun oynamayı sevdiği için ilk önce dünyayı ve daha sonra hayvanları yaratmış. Yarattığı seksen bin alemde en mükemmelini yaratmak istemiş ardından ve yarattığı yeni iki ayaklı canlıların adı insanmış. Tatmin...