Aynı satırı defalarca okuduktan sonra pes edip kitabımı yatağımda yanımda bırakmış bir vaziyette uzanıyorum. Aklımdan defalarca aynı isim geçiyor: Asım.
Böyle olmasını istememiştim, planlamamıştım veya dua etmemiştim ama işte buradayım. Günlerdir en çok onu, gülüşünü, gözlerini ve sözlerini düşünürken buluyorum kendimi.
O piknik gününden sonra her şey öyle hızla değişti ki takip etmek benim için mümkün bile olmadı. İsmimi ilk söylediği anda hem metaforik olarak hem de gerçek manada dengemi kaybetmiş bulundum.
Bileğimi yakalayıp beni düşmekten kurtardığı andan beri düştüğümü hissediyorum ben. Yarım kalmış bir düşüş kendini hayatımın sonsuz döngüsünde tamamlıyor sanki. Asım'ın gözlerimin önündeki geniş gülümsemesi. İnsanın içinde çiçek tarhları açtıran gülümsemesi. Bir insanın bu kadar güzel yaptığı bir eylemi başkalarından bunca saklaması yasak olmalı. Bana hiç gülümsememesi günah olmalı.
Âh Asım.
Ne kadar çıkmaya çalışırsam çalışayım içine düşmeye devam ettiğim bir kuyu gibisin. Her söylediği, esprisi, kaş çatışı, çimlerde uzandığı hali sürekli zihnimin içinde.
Piknik gününden beri Elâ'ya verdiğim derslerde sık sık görüşüyoruz. Genellikle pek konuşmuyoruz; küçük bir selam, hatır sorma veya baş sallamaya kadar inen iletişimimizden şikayetçi olmasam da her zaman ulaşamayacağım kadar uzakta oluşu canımı sıkmıyor değil. Tekrar espri yapabildiğim, beraber gülebildiğim o adamı istiyorum. Onunla sadece bir günlüğüne tanışmış olsam bile.
İç çekerek yattığım yerde yan dönüyorum. Odamın kapısının açıldığını duyuyorum ama uyuma numarası yapmaya karar verdiğim için hareketsiz bir şekilde durmaya devam ediyorum.
"Gene mi uyuyorsun sen?" Mirza'nın memnuniyetsiz sesi kulaklarıma ulaşır ulaşmaz kocaman eli ayak bileğimi kavrayarak beni yataktan çekiyor. Engel olamadığım bir çığlık dudaklarımdan dökülürken kardeşimin keyifle güldüğünü işitiyorum.
Yarı yarıya yataktan kaymış olduğum için ayağa kalkmam zor olmuyor. "Seni öldüreceğim!"
Mirza'nın yüzünde dünyanın en umursamaz ifadesi beliriyor, dudak bükerken "Denediğini görmek isterim gerçekten." diyor. Sanki karşısında minicik bir çocuk var da ciddiye almaya bile tenezzül etmiyor. Bu tavrı daha çok sinirlenmeme sebep olurken ona doğru attığım birkaç adımın sonunda sırtına tırmanıyorum.
"Maymun musun sen?" diyor ben saçlarını çekerken. "İnsanların üstüne niye tırmanıyorsun!"
"Bir tek senin gibi odunların üstüne tırmanıyorum."
Sırtında ben varken dengesini kurmakta zorlanıyor, saçlarını çekiyor oluşumun da buna pek yardımı olmazken bir sağa bir sola savruluyoruz. Bir an beni bacağımdan kavrıyor, sırtını kamburlaştırarak yatağın üstüne savuruyor. Kollarımın ikisini de tek eliyle tutarken ben nakavt olduğumu çoktan biliyorum. Gücüm ve nefesim tükenmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Şarkı
RomanceASIM KARASOY Arabanın diğer ucunda oturan kız, yağmurun altında benimle o garip bakışmayı paylaşan kızla aynı kişi. Aynı keskin yüz hatları, neredeyse huysuzluk olarak tanımlanabilecek bir ifadeyi süsleyen hafifçe pembeye boyalı kalın dudaklar, bu m...