Günler kendimi ağır bir akışkanın içine hapsolmuşum gibi hissetmeme sebep olacak şekilde bunaltıcı bir şekilde geçiyor. Her gece gündüz olsun diye bekliyor, her sabah geceye bir an önce varsın diye dua ediyorum. Yürümeyi öğrenmek gibi, bir adım bir adım daha. Bir gece, bir gündüz daha.
Böylece tahammül edilmesi gereken her saniye geçip gidecek, sonunun nereye varacağını bilmediğim bu yolu farkında olmadan yürüyebilecektim. Tek istediğim bu. Her şeyin bir an önce bitmesi. Her şeyden veya bitmekten kastımın ne olduğunu ben de pek bilmiyorum işin aslı. Göğsümde her geçen gün büyüyen ve baş edilmesi zor olan bu ağrının bitmesi. Uyumayı ve yine uyanmayı zorlaştıran bu ağırlığın gitmesi. Gülmeyi, nefes almayı, devam etmeyi imkânsız kılan bu yokluğun solması.
Asım'ın yokluğuna zannettiğimden daha çok alışmış olduğumu fark etmek beni her gün biraz daha öldürüyor. Artık konuşmuyor oluşumuzu yadırgamıyorum, sarılmıyor oluşumuzu, kafama her estiğinde ona ulaşamıyor oluşumu. Asım'ın yokluğu, bir zamanlar kollarımın arasında olan varlığının yerini dolduruyor. Asım yok oluyor, ciğerime hiçlik doluyor. Ve ben bunu yadırgamıyorum.
Unutuşumu da yadırgayamıyorum üstelik. Bana sarıldığında sıcaklığının nasıl her yanımı sardığını, zarif parmaklarının tenimdeki hissini, elimi her tutuşunda tekleyen kalbimi unutuyorum. Bunların yaşandığını biliyorum lakin artık hissedemiyorum. Unutkan bir akışkanlık anılarımı sarıp solduruyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor.
Günler böylece geçiyor. Her saniye ağrılı. İpi boynuma kendim geçirmiş olduğum için sesim çıkmıyor üstelik. Canımın ağrısından yakınamıyorum. Boynum büküldü, yüreğimin ağrısından nefes bile alamıyorum. Hiç kimseye bunları diyemiyorum.
Mirza'nın etrafımda pervane olması bir işe yaramıyor. Annemle babamın endişeli bakışları sadece zor ve küçük bir gülümsemeye yetiyor. Hiçbir şeyim yokmuş gibi davranmaya çalışmam kimseyi kandırmıyor ama bir süre sonra herkes iltihaplı bir yaraya dokunmaya korkar gibi oynadığım mutluluk oyununa hevesli seyirciler olarak alkış tutuyor. Çünkü başka türlü yaşanmıyor. Günler geçiyor ve Asım'ın yokluğunda başka türlü yaşanmıyor.
Annemin omzunda saatlerce ağlayışlarım, yeşil gözlerine hazin bir sonbahar olarak çörekleniyor. Çaresizlik elini kolunu bağlayınca sadece sarılarak teselli ediyor beni. Emel, Asım hakkında tek kelime etmesine izin vermeyişimi sessizce kabul ediyor. Dünyaları dolduran neşesiyle etrafımda dönüyor ama göğsümdeki boşluğu bir türlü dolduramıyor.
Her saniyenin farkında olarak yaşayınca her gün olduğundan daha uzunmuş gibi hissettiriyor. Yine de dönüp bakınca günlerin haftalara, haftaların aylara dönmüş olduğunu görüyorum. Asım'ın davetine icabet etmediğimden beri tek bir haber gelmeden günler geçiyor. Ve ben ne zamanı durdurmaya ne de bu gidişatı değiştirmeye muktedir değilim.
Onu ailesinden ayıramayacağımı biliyorum. Benim için burada kalmasını istemeyeceğimi, buna rağmen kalmak isteyeceğini biliyorum. Annesini bırakmasını istemek hayatımda yapabileceğim en büyük bencillik olur. Üstelik vaat edebileceğim hiçbir şey yokken. Canımı ucu ucuna yetiştirirken bu yaşamak oyununa. Asım'a kal demek veya bunu ima etmek bile hakkım değil, farkındayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Şarkı
RomansaASIM KARASOY Arabanın diğer ucunda oturan kız, yağmurun altında benimle o garip bakışmayı paylaşan kızla aynı kişi. Aynı keskin yüz hatları, neredeyse huysuzluk olarak tanımlanabilecek bir ifadeyi süsleyen hafifçe pembeye boyalı kalın dudaklar, bu m...