21 / Eflâl

5.6K 493 30
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Elimdeki yarısı boşalmış ve içilemeyecek kadar soğumuş olan kupaya dalmış olan gözlerimi oynatamıyorum. Odaklandığım fakat hiçbir şey göremediğim o noktada kara bir delik varmış da önce bakışlarımı yutmuş sonra da beni içine çekecekmiş gibi takıl kalmış bir vaziyetteyim.

Etrafımdaki hiçbir şeyi algılayamıyorum. Dünya öyle bir hızda dönüyor ki bu acıda sabitlenmiş oluşum midemi bulandırıyor, dengemi sarsıyor, içim dışıma çıkacak gibi hissetmeme sebep oluyor. Aniden dolan gözlerimi, kırgınlığımı engelleyemiyor, kırık parçalarımı bir araya getirip kendimi toparlayamıyorum.

İnsan zannediyor ki bir yara açıldığında her şeyi aniden oluverir. Oysa o sözleri duyduğumdan beri büyüyen, canımı yara yara ilerleyen bu acı bütünlüğünü tamamlamadı. Daha kanamadı, sızlamadı bile. Başlangıcı bile öylesine uzun ki bıçağının soğuğu daha tenimden ayrılmadı.

O günün hatırası zihnimde sonsuz bir yankı gibi dolanıp duruyor. Aynı sözler, aynı cümleler. Her defasında başka bir anlamda; her defasında, nasıl oluyor anlamıyorum, başka bir şekilde acıtıyor canımı.

Bütün bunların yanında Asım'a duyduğum özlem ve kırgınlık çarpışıyor. Hala fırtınanın en şiddetli yerindeyim, tam ortasındayım. İçimdeki kaosa dur diyemiyorum çünkü bunu yapmak önüne gelen her şeyi yutan bir hortumu durdurmaya çalışmakla eş değer olur. Biliyorum, çünkü denedim. Biliyorum, çünkü başaramadım.

Asım'ın gidecek olması ayrı bir yerden yaralarken bütün bunları benim için elinin tersiyle itiyor olması ayrı bir yerden kırıyor kalbimi. Bilseydim, bunu yapmasını ondan asla istemezdim. Bilseydim, kalsın diye canımı bile verirdim ama söyleyemezdim.

Bu karmaşayı istemiyorum ben. Bu karar hakkını istemiyorum. Bu kavganın ortasına düşmek istemiyorum. Nergis Hanım bütün silahlarımı elimden aldı, bütün gücümü geçersiz kıldı o gün. Bütün bunların suçu benim üstüme, vebali benim boynuma kaldı.

O yüzden kaçıyorum. Ben bu yarım kalmışlıkla Asım'ı tamamlayamam. Üstüne basıp da yükseldiğim korkularım ayağımdan altından kayıp düşürüveriyor beni her defasında. Üstelik varlığından haberim bile olmayan yenileri gün yüzüne çıkıyor, yüreğimi sıkan bir mengeneye dönüşüveriyor ve beni aciz bırakıyor.

Odaya giren Mirza düşüncelerimi dağıtıyor olsa da başımı kaldırıp ona bakmıyorum. Yanıma yaklaşıp saçlarımın arasına bir öpücük bırakıyor. Gözlerimi kapatıyorum. Ağlamamak için kendimi ölesiye zorluyorum. En ufak sevgi gösterisi bile canımı yakıyor. Herhangi bir his, canımın yangınına körükle gidiyor.

"Ben çıkıyorum." dediğini duyuyorum. O günden beri hiçbir şey konuşmadık. Hiçbir olanı anlatmadım ona. Omzunda saatlerce ağladım, sessizce bekledi. Annemle babamı benden uzak tuttu ve yataktan çıkamıyor oluşumu idare etmeye çalıştı. Emel'in ona her şeyi anlattığını biliyorum, nasıl köpürüp Asım'ın karşısına çıkmaya niyetlendiğini de. O günden beri kendimde güç bulabildiğim tek şey bu olmuştu: Mirza'nın karşısına geçebilmek. Onu durdurabilmek ve gitmesini engellemek.

Cevapsızlığıma aldırış etmeden devam ediyor. "Gelmek istemediğine emin misin?"

Böyle durumlarda konuşmak istememekten ziyade konuşma ihtiyacı hissetmemek, aslında ölesiye konuşmaya meyilli olmak, fakat yeterli kelimeleri veya gücü kendinde bulamamak sonucunda tepkisiz kalmaya mahkûm olmak insana kendini garip hissettiriyor. Aslında umursuyor olsaydım, hissettirirdi. Zihnim dışarıdan gelen herhangi bir şeye tepki veremiyor, içimdeki ağırlığın altında çaresizce eziliyorum sadece. Sorusunu başımı sallayarak reddediyorum bu yüzden.

"Emel aşağıda. Kaymaya gidecekmişsiniz?"

"Gitmeyeceğiz." diyorum, sesimin daha güçlü çıkmasını umarak ve başarılı olamayarak. "Canım dışarı çıkmak istemiyor."

Dışarıdaki dünyaya ayak uydurabileceğimden emin değilim. Yorganımın altından çıkmak istemiyorum. Akıp giden, ilerleyen, gelişen her şey ödümü koparıyor ve tahammül sınırlarımı ezip geçiyor. Çünkü ben sabitim, ilerleyemiyorum, değişemiyorum ve dahi değiştiremiyorum. Mahkûmu olduğum bu hareketsizliğin ağrısını çekiyorum.

"Kaymak için benim kafamı bile kesersin sanıyordum." Mirza'nın zoraki neşesinin bir karşılık hak ettiğini düşünerek kendimi zorluyorum ve hafifçe gülümsüyorum.

"Çok yorgunum." diye bir bahane uyduruyorum. Günün büyük bir bölümünü uyuyarak geçirdiğim halde nasıl yorgun olabildiğimi ben bile anlayabilmiş değilim ama şu an bunu irdeleyecek halim yok.

"Sen bilirsin." Sesindeki anlayış içimdeki ağrının şiddetlenmesine sebep oluyor. "Ara beni." diyor, "İhtiyacın olursa."

Bu her an aramalarıma karşılık vereceği anlamına geliyor. İstersem dönüp geleceği anlamına da. Başımı sallayarak onaylıyorum. İkimiz de daha fazla konuşmaya gerek duymuyoruz. Söylemeden anlaşabiliyoruz ve bunun için delice şükrediyorum.

Tam kendi düşüncelerimin sağır edici sessizliğine dalacakken tekrar kapı açılıyor, bu sefer içeri dizginlenmiş neşesiyle birlikte Emel giriyor.

"Canımın içi," diye sarılma amaçlı üstüme adeta atlayarak bütün dengemi sarsıyor. O gelmeden hemen önce elimdeki kupayı komodinin üstüne bıraktığıma seviniyorum. "Annen beni aşağıda müthiş bir sorguya çekti. Hiç göründüğü kadar sessiz birisi değil. Yavrusunu koruyan bir aslan kadar çevik ve hızlı soruları var."

Benden ayrılıp cümleleri ardı ardına dizerken sadece suratına bakıp gülümsemekle yetiniyorum. Zira onu bölemeyeceğimi biliyorum, zaten bölmek de istemiyorum.

"Tabii ki," diye devam ediyor konuşmasına bu sırada. "Muhteşem bir arkadaş olduğum için hiçbir şey çaktırmadım. Zekâ derler kızım buna, zekâ." İşaret parmağıyla aklının nerede olduğunu göstermek için birkaç kere şakağına vuruyor. Emel'in dizginlenmiş neşesi bile elli kişiye bedel.

"Teşekkür ederim." Neşeli olmaya çalışmam öylesine sahte ki Emel'in anında memnuniyetsizlikle yüzü asılıveriyor. Birkaç saniye duvardaki boş bir noktaya bakmaya devam ediyor ki bunu iyiye alamet sayamıyorum ve korkuyla bekliyorum.

"Sana bir şey söyleyeceğim."

Ne geleceğini içten içe bildiğimden dolayı geriliyorum. Oturduğum yerde hafifçe doğrulurken saçlarımı yüzümden geriye atıyorum. "Söyle." derken sesimin oldukça alakasız çıkmasına özen gösteriyorum ama sanki tersine gidiyor olmam aslında tamamıyla içimden geçeni işaret ediyor gibi geliyor.

"Emir'le konuşuyorduk da..."

Sesindeki tereddüt aramızda asılı kalırken dudaklarını büzüp düşünceli bir ifadeyle tepkimi ölçmeye çalışıyor. O Emir deyince içimde başlayan bir sızı, midemden gırtlağıma kadar bir ağrı hissediyorum.

"İşte," diyor lafı dolandırarak. "Asım da hiç iyi değilmiş." Gözlerimin dolmasına engel olamıyorum adını duyduğum anda. Emel ağladığımı görmüş olsa da devam ediyor. "Bir konuşsanız en azından... Bak böyle çözümsüz her şey zaten."

Sesindeki kırıklık üzüntüsünü yansıtıyor, bu daha çok kalbimi kırıyor. Emel uzanıp bana sarılınca yüzümü boynuna gömüyorum. Ben sessizce ağlarken o susmuyor. Zaten mekanizmasında susmak fiili yer almıyor, üzgün olunca normalden bile daha çok konuşuyor.

"Konuşmak istemiyorsan seni zorlamıyorum Eflâl. Kendini hazır hissetmiyorsan yani... Yine de söylemek istedim işte. Belki cevap vermelisin Asım'a."

Sessizliğim karşısında bir iç çekiyor. İçimdeki kırığın canımı nasıl yaktığını anlatamıyorum ona. Asım'ın karşısına geçmenin ne denli korkunç olduğunu, bu korkunun ayaklarımı yerden kesip beni nefessiz bıraktığını anlatamıyorum.

Henüz ne zihnimi ne de yüreğimi toparlayabilmiş, olanları sindirebilmiş değilim. Sonsuza kadar odamdan çıkmasam dahi bu süreci tamamlayabileceğimi sanmıyorum gerçi. Zihnimdeki ve göğsümdeki ağrının beni ezip geçişinden asla kurtulamayacağımdan korkuyorum. Düşüncelerimi ve duygularımı bu sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen parçalanmışlığın içinden asla çekemeyeceğim hissini içimden atamıyorum. Ne zaman bunu düşünmeye ya da meseleyi kafamın içinde toparlamaya çalışsam beni yaralayan bıçağın hala içimde olduğunu ve görünmez bir elin onu acımasızca çevirip yarayı büyüttüğünü hissediyorum.

Eninde sonunda, her şeye rağmen, o konuşmayı Asım'la yapacağımı, karşısına çıkacağımı biliyorum. Belki şimdi Emel'e söyleyemiyorum ya da telefonu elime alıp onu arayamıyorum ama sonsuza kadar bütün bu olanlardan kaçamayacağımın farkındayım.

Asım bunca içime dolanmış, hücrelerime kadar sızmışken başka bir ihtimal yok zaten.

****

Kayıp ŞarkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin