Gitmem gerek.
Asım'ın şaşkınlıkla hafifçe çatılan kaşları ve boşta kalan kolları vicdanımı sızlatıyor olsa da açıklama yapamayacak kadar telaşlıyım ve aklım karışmış durumda. Bütün ruhum ve bedenimle geri dönüp Asım'a sığınmak, varlığının ve yakınlığının tadını çıkarmak istiyorum. Evet, hala ona sinirliyim. Hala düzeltmesi gereken birkaç şey var ama bir kere cennete ayak basınca adımını geri alamayacak kadar acizim.
Öyle ki Mirza'nın telefondaki azarını bile geçiştirip babamın öfkesiyle karşı karşıya kalmayı yeğleyeceğim neredeyse. Ama bunu yapamayacağımı biliyorum, bu yüzden koşar adımlarla uzaklaşıyorum ondan. Böyle ortada ve yarım kalmış olarak. Oysa bir tamamlayabilseydik sözlerimizi ve bakışlarımızla mühürleseydik her şey yoluna girmiş olacaktı belki de. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Bugünkü planım kesinlikle az önce olup bitenlerle alakalı değildi. Derse gelmek bile son anda Emir'in telefonuyla ortaya çıkmış, babamı kızdıracağımı bilsem de moralimi yükseltip dikkatimi dağıtmak için bir fırsat olarak görüp gelmiştim. Ne var ki Ela her zamankinden daha geç gelmiş, derse başlamamak için benimle sohbet etmiş sonra da en küçük ayrıntılarda bile inat ederek işimi oldukça uzatmıştı. Normalde olsa problem olmazdı, oysa bugün katılmam gereken bir davet vardı ve babamın özellikle dersi erteletmem konusundaki ısrarıyla inatlaşarak gelmiştim.
Önce Ela, sonra Asım derken bir hayli geç kaldığımın farkındayım. Koşar adımlarla Mirza'nın beni beklediği arabaya doğru yol alırken bir saniye bile düşünüp olanları tartacak vaktim yok. Oysa sakinleşmek ve bütün bu olanların üzerinde düşünmek istiyorum. Az önce Asım'ın kollarında olduğum gerçeği hala bir hayalden ibaretmiş gibi gelirken bütün bunların nasıl bu raddeye geldiğin hakkında ne en ufak bir fikrim ne de olaylar üzerinde en ufak bir kontrolüm var.
Her şey dokunduğu her anı kendisine katıp büyük bir karmaşaya sürüklenen bir hortum gibi hızlı ve önlenemez bir şekilde ilerleyerek geriye benim henüz hasar tespiti yapamadığım enkazlar bırakıyor.
Arabaya bindiğimde önce Mirza'nın "Nerede kaldın?" diyen öfkeli sesi çarpıyor kulaklarıma. Sonra sesiyle senkronize bir şekilde sinirle çatılmış kaşlarının sertleştirdiği yüzüyle karşılaşıyorum. Bakışları birkaç saniye üzerimde dolaşırken sanki az önce olanlardan haberi olacakmış gibi garip bir evhamın esiri olurken suratımı ifadesiz tutmaya çalışıyorum.
"Bir türlü çıkamadım, uzadı işim."
Mirza bakışlarını tekrar yola çevirirken kısacık bir sessizlik dolduruyor arabayı. "Bu saatte köprüde ne kadar trafik olduğunu biliyorsun." diye azarlamaya devam ediyor beni.
"Babam çok kızdı mı?" Sesimdeki çaresiz ton öyle yoğunki alakasız olduğu halde ağlayacakmışım gibi hissetmeme sebep oluyor. Onun sözünü dinleyip buraya gelmeseydim geç kalmayacaktım ama o zamanda Asım'la karşılaşma fırsatını yitirmiş olacaktım. Elbette bunu o zaman bilmiyordum ama olacak olanın önüne nasıl geçebilirim ki?
"Çok kızdı. Trafik yüzünden geç kalacağımız için daha da kızacak."
Çaresizlikle inleyerek kafamı koltuğun arkasına yaslıyorum. Daha eve gitmem ve hazırlanmam gerek. Bugün amcamlara akşam yemeğine davetliyiz ve babam bu yemeğe bütün aile olarak katılmamız konusunda oldukça ısrarcı.
Aslında kendisi gerçek amcamız olmasa da, babam tek kardeş olduğu için, hayatlarının çok büyük bir bölümünde birbirlerinden bir parça bile olsun ayrılmadıklarından aramızdaki bağlar çok kuvvetli. Ve yemek davetleri babamın geçiştirmemi isteyeceği türden, özellikle bu mevzuda inatlaştıktan sonra, bir davet değil.
"Beni küçük küçük parçalara ayırıp akşam yemeğinde servis edecek."
"Büyük ihtimalle."
"Öfkesini alamadığı için de yanıma seni meze yapacak."
"Her zamanki gibi kurunun yanında yaş da yanıyor."
Mirza'nın itirasızca kabullenişi ister istemez kıkırdamama sebep oluyor. Ellerimle yüzümü kapatırken ağlanacak halime güldüğümün farkındayım.
"Gülebiliyormuşsun! İnanılmaz."
Kardeşimin şakacı ama imalı sesini duyduğumda ellerimi yüzümden çekip bakışlarımı ona yönlendiriyorum. "Niçin böyle bir şey dedin?"
"Günlerdir beş karış suratla geziyordun da."
Bu tespiti karşısında yüzümün asıldığını hissediyorum. Her ne kadar Asım'ın ve olanların beni etkilemediğine kendimi inandırmaya çalışmış olsam da belli ki etrafımdakilerin fark edebileceği bir etki bırakmış üzerimde.
"Ne alakası var?"
İtirazım kardeşimin üzerinde hiçbir etki bırakmazken gözlerini yoldan ayırmıyor Mirza. "Çocuk mu kandırıyorsun sen?" Sesi yüksek değil, sitemli değil. Öyle ki bir anda ciddileşmiş olmasına rağmen bütün sakinliğini koruyarak insan üzerine çift etki bırakıyor. Onda babamın aksiliği ve annemin müşfikliği aynı anda harmanlanıp yepyeni bir renge ve dokuya bürünüyor. Soğukkanlı bir öfke, tetiği çekmemi bekliyor ya da vereceğim cevaba göre kardeşimin anlayışına tekrar kavuşabilirim, yalnız Allah biliyor.
"Saçmalıyorsun." diyorum, zihnim verecek bir cevabın yoksunluğuyla kıvranırken.
"O çocukla birlikteydin, değil mi?" Yanlış adamı atmış olmamın etkisiyle Mirza sözünü sakınmadan konuşmaya başlıyor. Ondan bir şey sakladığımdan değil fakat koruma iç güdüsüyle benim bile henüz anlam veremediğim bir olay üzerinde yorum yapmasını istemediğimden doğru düzgün bahsetmemiştim Asım'dan ona. Yine de ortada ruh halimi etkileyen bir şeylerin olduğunu anlayacak kadar ezbere biliyor beni.
"Hangi çocuk?"
Bütün çabalarım gibi aptal ayağına yatıyor oluşumda Mirza'nın bana attığı kısa ama keskin bakışla bertaraf oluyor. Bir türlü doğru sözcükleri bulamıyor oluşumun sebebinin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Kendimi suçlu ve kaybolmuş küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Olanlar ve duygularım arasındaki bağı, bu noktadan sonra ne yapacağımı, Asım'ın ne düşündüğünü henüz kafamda tartmaya bir saniye bile fırsatım olmadığından belki de bütün bu karmaşam. Bir nefeslik durup düşünemeden hayatın acımasız akışı içerisine katılmak zorunda bırakılmış, sonra da düzgün ve yeterli davranmam beklenmişti.
Oysa ben o anda, tam Asım'ın gözlerimin içine bakıp nefesinin nefesime değdiği anda donup kalmak isterdim. Bitmeyen bir daüssıla ve kavuşma anında sonsuza değin donup kalmak. Böylece hiçbir zaman o anın yoğunluğunu kaybetmez ve ilerleyen saniyelerin o hissin varlığını mahvetmesine izin vermek zorunda kalmazdım.
Bu düşüncelerle gözlerimi kapatıp daha fazla Mirza'ya karşı çıkmanın anlamsız olduğunu bilerek arkama yaslanıyorum.
"Sana uzak durman gerektiğini söylemiştim. "Bir cevap beklermiş gibi birkaç saniye duraksadıktan sonra devam ediyor konuşmasına. "Bulaşmak isteyeceğin bir şey değil Eflâl." derken sonunda sesinde ufak da olsa bir yumuşama hissedebiliyorum.
Gözlerimi açmadan cevap verebiliyorum. "Bu engelleyebileceğimiz bir şey mi ki?"
Sorudan çok Mirza'ya itiraz eden cümlem kardeşimin derin bir nefes almasına sebep oluyor. Dışarıda yağmur başladığını camlara vuran damla sesleriyle fark ediyorum. Şu an bu yağmurun altında tek başıma kalabileceğim bir yere gidiyor olmayı öyle çok istiyorum ki. Bu konuşmadan ve Mirza'nın haklılığından kaçmayı deli gibi istiyorum.
"Deneyebilirsin." diyor, sesindeki tereddüdü başkası olsa fark edemez. Ben ediyorum. Mirza'yı gözüm kapalı bile biliyorum. "Kalbinin kırılmasını istemezsin. Ki illa kırılacak. Daha şimdiden... Ne kadardır tanıyorsun onu?"
"Mirza..." diye mırıldanıyorum itiraz eder gibi ama sesim öyle kuvvetsiz ki susmasını sağlayamıyorum.
"Eflâl," Sesi benimkinden çok daha kuvvetli. Öyle ki bütün savunma kalelerimi sadece ismimi söyleyerek yıkıp geçiyor. Beni ağır, boğucu bir yükün altında ezilmeye bırakıyor. "Kalbin kırılacak. Bu riski almak istemezsin."
Aslında neden bahsettiğini ikimizde biliyoruz. Sıkıntı ve üzüntüyle tekrar sağlığımı tehlikeye atıp bir krizle hayatımı ortadan ikiye bölemem. Ya bu sefer kurtulamazsam? Tehlikeden ve sıkıntıdan olabildiğince uzak durmam gerek. Asım ise bütün bunların toplamının hepsi. Uzak durmam gereken her şey, öyle ki kalbimin kırılırken çıkardığı acı dolu çığlığın zaman ve mekan kavramını aşarak kulaklarıma ulaştığına yemin edebilirim.
Oysa Asım'ın gözlerine bakarken mutluluk bu kadar uzak değil. Aksine tam gözlerinin içinde, dudaklarının ucunda. Bir kaş çatışında veya dudak kıvrımında. Yine de kalbimi şimdiden kırdığını, beni karşı koyamadığım bir sıkıntı içerisine sürüklediğini ve hayatımı bir türlü düzeltemediğim bir kaosun içine sürüklediğini kabul etmem gerek.
En kötüsü bu; Mirza'nın haklı oluşu. Güçsüzlüğümü ve kırılganlığımı vurgulayan her şeyin çoktan gerçeklemiş olması. Bir anda içime basan sıkıntıyı ve öfkeyi engelleyemiyorum. Bir yandan ilacım için, ki doz konusunda çok saçmaladığımın farkında olsam da, çantamı karıştırırken bir yandan da öfkeyle söyleniyorum.
"Sen sevdiğin kıza kavuşamıyorsun diye hiç kimse kavuşamayacak sanıyorsun!"
Daha ağzımdan çıkmadan önce yanlış bir şeyler söyleyecek olmanın acısı içime çöküyor. Bu cümle Mirza'yla aramıza daha önce hiç bilmediğim, normalde bilmek de istemeyeceğim buz gibi bir duvar örüyor. Kardeşim bir an şaşkınlık, kırgınlıkla bana bakıyor sonra kaş çatışı ağır bir öfkenin altında eziliveriyor.
Ben suçlulukla kendimi yiyip bitirirken o sadece ağzından çıkmak isteyen kötü kelimeleri engellemek ister gibi dudaklarını birbirine bastırıyor. Bir şeyler söylesin bana kızsın veya dalga geçsin istiyorum. Aşık olmamın yanlış olduğundan ve kendimi nasıl zor, çıkmaz bir duruma sürüklediğimden bahsetmesine bile razıyım.
Ne var ki Mirza hiçbir şey söylemiyor. Bütün dikkatini yola vermiş durumda beni görmezden gelmeye devam ediyor. Sanki bir konuşmanın ortasında değilmişiz gibi. Bir şeyler söylesin diye yalvarmak istiyorum çünkü Mirza olmazsa varlığımın hiçbir anlamı kalmıyor, ta anne karnından beri biz onunla bu dünyayı paylaşıyoruz; Mirza olmayınca paylaşacak bir dünya da kalmıyor.
Kendimi aptal, küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Suçluluk omuzlarıma öyle ağır bir şekilde yükleniyor ki kemiklerim paramparça olacak gibi hissediyorum. Bir türlü bulamadığım ve aramaya son verdiğim ilacımı boş vererek nefeslerimi düzenlemeye çalışıyorum. Bir, iki, üç, dört... Ağlayacağım.
Bütün bunların benim için de ne kadar zor olduğunu hiç kimse göremiyor mu? Asım nereye çekerse oraya gidiyorum, Mirza nerede bırakırsa orada kalıyorum. Tamamen kaybolmuş ve yön duygusunu kaybetmiş bir şekilde kendi acizliğimde boğulmaya devam ediyorum. Tam nefes alacakken ki ironiktir hiçbir zaman doğru düzgün gerçekleştirebildiğim bir eylem olmadı kendisi, tekrar dalgaların altında kalarak boğuluyorum.
"Bir şey olmaz." derken sesimin titremesine engel olamıyorum. Kendimi mi yoksa Mirza'yı mı avuttuğumdan bihaberim. Nasıl olur da onun en derinine, yarasına böyle tuz basarım aklım almıyor. Nasıl böyle aptal ve düşüncesiz olabilirim? "Bana bir şey olmaz."
Mirza beni duymuyor sanki. Gözlerini yoldan ayırmıyor. Kaşlarını çatmaktan bir saniye vazgeçmiyor. Öyle kalın bir duvarın arkasındaki çığlık çığlığa kendimi o duvara vursam da duymayacak gibi. Sessizce kabahatimi kabul edip bakışlarımı camdan dışarıya yönlendiriyorum. Her şey bu kadar tazeyken hiçbir şeyi geri alamayacağımın farkındayım. Bu yüzden bırakıyorum sessizliğiyle beni cezalandırsın, içindeki acıyı bir şekilde bana aktarsın.
Hak ettiğim kadarını asla vaat edemez nasıl olsa.
****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Şarkı
RomanceASIM KARASOY Arabanın diğer ucunda oturan kız, yağmurun altında benimle o garip bakışmayı paylaşan kızla aynı kişi. Aynı keskin yüz hatları, neredeyse huysuzluk olarak tanımlanabilecek bir ifadeyi süsleyen hafifçe pembeye boyalı kalın dudaklar, bu m...