Ela, gözlerimin içine bakarak gülümsüyor ve sonunda özgür kalabilmiş olmanın verdiği rahatlamayla adeta odadan sekerek çıkıyor. Ağabeyine benzeyen gürültülü bir neşesi var ki Emir'i de inanılmaz derecede anımsatıyor zaten yüzü.
On gün kadar önce Emel'den aldığım bir telefon sonucu Emir'in kardeşine keman dersi verecek birini aradıklarını öğrendim. Elbette, sevgili arkadaşım, ilk olarak beni önermişti. Her ne kadar Mirza benden daha yetenekli olsa da bu işle hiç ilgilenmeyeceğini bildiğimden kabul etmekte bir sakınca görmemiştim.
Birkaç dersin sonunda Ela'nın çok yetenekli bir öğrenci olduğu ortaya çıkmıştı ama yine de küçük bir çocuğu uzun zaman aynı odada tutmak zor bir eylem. Yorulmuyorum, aksine kendimi oyalayacak bir şeyler bulabildiğim için halimden oldukça memnunum. Emir'lerin de oldukça misafirperver olduğunu göz önünde bulundurunca işten çok eğlenceymiş gibi geliyor bütün bunlar bana.
Kemanımı kutusuna yerleştirip toparlanırken dışarıdan gelen sesler bir an için duraksamama sebep oluyor. Odanın kapısı açıldığında önce Emir'i sonra Asım'ı fark ediyorum. Dünya bir an için duruyor. Bütün vücuduma; kalbimi sarsan, saç diplerimi acıtan bir hissin yayıldığını hissediyorum. Bu his öyle çabuk, öyle ani gelişiyor ki ne adapte olabilmeye ne de kendimi toparlayabilmeye fırsatım oluyor. Öylece açıkta kalan bir yaranın acizliğiyle bakıyorum içeri gelenlere.
Asım ise yüzünde genişçe bir gülümsemeyle bakışlarını arkadaşından bana çeviriyor. Gülümsemesinin neşesi gözlerimin önünde önce donuyor, sonra hızla solup gidiyor. Hiçbir suçum olmadığını bildiğim halde işlemediğim bir günahtan yargılanıyormuşum gibi hissediyorum kendimi.
Bu sancıya aldırış etmeyerek dikkatimi Emir'e yönlendiriyorum. Yüzüme ezberlenmiş bir gülümsemenin yayılmasına izin verirken ayağa kalkıyorum. "Ben de tam çıkıyordum."
Kemanın kutusunu sırtıma astıktan sonra başımla hafifçe selam verip ikisinin arasından geçmek için bir hamle yapıyorum ama Emir hızla geriye doğru bir adım atıp önüme geçiyor. "Hayatta olmaz, Asım'la film izleyeceğiz. Sen de bize katılıyorsun, zaten Emel de yolda."
Bir an cidden bu ihtimali değerlendiriyorum, sonra burada durmak istemediğime karar verip başımı iki yana sallıyorum. "Ben gideyim, başka bir zaman inşallah."
Emir ellerini havaya kaldırarak beni durduruyor, zaten ilerlemediğimi düşünürsek pek büyük bir başarı sayılmaz aslında. "Hayatta olmaz, dememiş miydim ben? Demiştim. Asım bir şey söylesene sen de."
Adı söylenince refleks olarak bakış açımın dışında kalan adama doğru, sağıma dönüyorum. Berrak, mavi gözlerini fark edince bakışlarımı kaçırma ihtiyacı hissediyorum ama kararlılıkla yüzüne bakmaya devam ediyorum. Bütün vücudum koşarak buradan ve bu insanlardan kaçmak için şiddetli bir istek içinde kıvranıyorken beni neyin durdurduğunu bilmeden Asım'a bakmaya devam ediyorum işte. Niçin gidemiyorum?
Asım'ın dudakları bir an ne söyleyeceğini bilemememin tereddüdüyle kıpırdanıyor ama mantıklı bir cümle kuramıyor. Sonra aniden kafasından ne geçtiğini merak etmeme sebep olacak kadar kararlı bir ifade yerleşiyor gözlerine. "Güzel bir film." diyor. "Zaten Emel de gelecek."
Gerçekten kibar bir kelime bile duyamamış olduğum gerçeğini birkaç saniye hazmetmeye çalışıyorum ve zorlukla yutkunarak özellikle Emir'e gülümsüyorum. "Madem Emel de geliyor," diyorum sesimdeki yapmacık neşenin ve imanın anlaşılabilmesi için özel bir çaba göstererek. "Ben de kalayım o zaman!"
"İşte bu!" Emir, üçümüz yerine de aşırı derecede sevinirken bizi peşine takıp film izleyeceğimiz odaya götürüyor. Aslında evdekilerden birine geç kalacağımı haber versem iyi olacağını biliyorum ama elim telefona gitmediğinden bu düşünceyi bir kenara kaldırmayı tercih ediyorum.
Kapı çaldığında Emir, Asım'la beni yalnız bırakarak odadan çıkıyor. Onun dışında herhangi bir şeye odaklanmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Sürekli bakışlarım adama kayıp beni deli ediyor. O ise elindeki DVD'nin kutusu dünyanın en ilginç şeyiymiş gibi ve ben odada değilmişim gibi davranmaya devam ediyor. Normal bir iki kibar cümleyle arkadaşlık yapmamız gerektiğinin farkındayım ama keşke beni burada istemediğini bu kadar belli etmese. O zaman kibar olmak için kendimi kandırabilirim en azından.
Sonunda Emel'le Emir içeri girdiklerinde rahatlayarak gülümsüyorum. Kısa bir merhabalaşmadan sonra nasıl oluyorsa Asım koltukta benim yanıma kaymak zorunda kalıyor, Emel ve Emir çifte kumrular gibi yan yana oturuyor.
Emir filmi başlatacakken bir an gözlerini kısarak bana dönüyor, dikkatli bakışları yanlış bir şey yapmışım gibi hissetmeme sebep olurken zorlukla yutkunuyorum. "Senin meşhur Asrın Çağan'ın kızı olduğun doğru mu yoksa bir dedikodudan mı ibaret?"
Bir an babamın adını duymak suçluluk duygusuna boğulmama sebep oluyor, geç kalacağımı söylemedim, yine de insanların onu tanıması hoşuma gidiyor. "Dedikodu." diyorum, dudak bükerken.
"İnanamıyorum. Asım'la babanın filmlerine bayıldığımızı biliyor musun? Müthiş bir yönetmen! Ama sadece bir tane senaryosu var. Niçin?" Emir şaşkınlığını öyle şiddetli bir şekilde dile getiriyor ki kelimeler arasında nefes alıp almadığından emin olamıyorum. Yine de bu hali inanılmaz derecede sevimli olduğundan gülümsüyorum.
"Bilmiyorum. Sanırım yazmak istemiyor."
"Peki size şaşırtıcı bir bilgi vereyim mi?" diye araya giriyor Emel. Bütün gözler onun üstüne dönerken halinden memnun bir şekilde dudaklarında yaramaz, küçük bir gülümseme filizleniyor. "Eflâl'in o filmi hiç izlemediğini biliyor musunuz?"
Bir an Asım'ın hızla ve şaşkınlıkla bana döndüğünü fark ediyorum. Mavi gözleri sanki yüzüme çivilenmiş gibi ağrılı bir utançla bakışlarımı yere eğiyorum. Onun ilgisini böyle üstüme toplamış olmak hoşuma gitmiyor. "Film ben doğmadan önce çekilmiş." diyorum kendimi zorlukla toparlayarak. "Babam izlememizi istemiyor zaten. Sanatçının isteklerine saygı duymak lazım." Cümlemi esprili bir ton da bitirince Emel ve Emir gülümsüyor.
"Çok ilginç." Asım'dan gelen bu yorum karşısında çaresiz bir ifadeyle dudaklarımı birbirine bastırıp yapılacak bir şey olmadığını göstermek ister gibi omuz silkiyorum.
"Ben," diye gürültüyle araya giriyor Emel bu sırada. "Çağan ailesinin bir parçası olmak isterdim." Sesi öyle hülyalı ki istemeden kıkırdıyorum. "Annesi, inanılmaz tatlı bir kadındır bu arada, çok meşhur bir çocuk kitabı yazarı. Babası ünlü bir yönetmen, inanılmaz yetenekli bir erkek kardeşi var. Kendisi ortada zaten."
Arkadaşımın bu söyledikleri karşısında sevinçle utanıyorum. "Abartıyorsun." derken, yüzümü gizlemek ister gibi ellerim tekrar kaküllerime gidiyor. Gergin olunca insanın bedeninin kontrolünü kaybetmesi çok ilginç ve sinir bozucu bir durum. "Hem kardeşim o kadar da yetenekli değil."
Dışarıdan bakınca bütün bu süslü sıfatların insanları nasıl etkilediğini görmek beni her zaman şaşırtıyor. Oysa annemin de babamın da hele Mirza'nın bu odada bulunan insanlardan hiçbir farkı yok. Kendi halinde, herkes gibi sancıları olan bir aileyiz, o kadar.
"O zaman," diyor Emir sonunda filmi çalıştırıp yerine yerleştirirken. "Bizi bir gün mükemmel ailenle yemeğe çağırırsın."
"Olur." diyorum sessizce. Verdiğim sözün ağırlığı, her ne kadar büyük ihtimalle laf arasında edilmiş ve gerçekleşmeyecek bir tanesi olsa da, omuzlarıma çöküyor. Asım'ı bizim evde düşünemiyorum bile. Bütün bu suratsızlığı ve sessizliğiyle... Tıpkı... Tıpkı bizimkiler gibi! Aslında düşününce çok iyi de anlaşabilirler.
Film çoktan başlamış olmasına rağmen aklımdaki düşüncelerin perdesi gözümü örtüyor. İzlediğimden zerre kadar bir şey anlamıyorum. Asım yanımda kıpırdanınca bir an, tekrar onun varlığının farkına varıyorum. Televizyonun sesi, nefes alışlarınınkini bastıramıyor. Sıcaklığı aramızdaki mesafeyi aşıp beni buluyor. Gözlerimi kapıyorum. Böyle şeyler düşünmemeliyim. Böyle şeyler düşünmemeliyim.
Uzanıp telefonuma bakıyorum. Ani bir kararla ayağa fırlayıp "Gitmem gerek." diyorum şaşkın bakışlar altında. "Yerinizden kalkmanıza hiç gerek yok. Ani bir işim çıktı da." Uydurduğum küçük yalan yüzünden vicdanım sızlasa da keman kutumu ve çantamı kaparak hızla odadan çıkıyorum.
Kendimi evden zar zor atarken telefonuma gelen mesajı açarak yürümeye başlıyorum.
"Ne oldu? İyi misin?"
Emel'i böyle merak ettirdiğim için vicdanımla küçük bir hesaplaşma yaşayıp kaybediyorum. Can sıkıntısıyla ona her şeyin yolunda olduğunu söyleyen bir mesaj attıktan sonra yüzümü kesen rüzgara bırakıyorum kendimi. Bir süre sonra yanaklarım buz kesiyor.
Ne var ki soğuk umurumda değil. Kafamın içi öyle karışık ki bana başka bir şey hissedebilme imkanı verdiği için soğuğa teşekkür edeceğim neredeyse.
Niçin böyle hissettiğimi bilmiyorum. Herkesin yanında eli ayağına dolaşan biri değilimdir. Bu hissettiğim karmaşa beni son derece rahatsız ediyor bu yüzden. Üstelik hiçbir şey olduğu yokken, vücudumun ve zihnimin bu kadar kontrolüm dışında davranıyor olması saçma derecede sinir bozucu.
Neyse ki Asım'la karşılaşma ihtimalimiz artık öyle düşük ki, özellikle kendisi de varlığımdan böylesine haz etmezken, bu hisler üzerine kafa yormama daha fazla gerek yok. Bu düşüncenin getirdiği rahatlamayla beni rahatsız eden her bir fikri zihnimin derinliklerine gömerek evin yolunu tutuyorum.
****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Şarkı
RomansaASIM KARASOY Arabanın diğer ucunda oturan kız, yağmurun altında benimle o garip bakışmayı paylaşan kızla aynı kişi. Aynı keskin yüz hatları, neredeyse huysuzluk olarak tanımlanabilecek bir ifadeyi süsleyen hafifçe pembeye boyalı kalın dudaklar, bu m...