Three Days Grace-Painkiller
Kontrolunü kaybetmekten nefret ederdi, her zaman elinde olması lazımdı. Biraz güç manyağı gibi görünebilirdi ama aksini düşünmüyordu zaten. Peki... kontrolünü kaybetmeyi kendisi seçerse eğer, bunu kontrollü bir şekilde yapmış sayılmaz mıydı? Bu kez kendisi istedi, kontrolü kaybetmek istedi. Bu kendi seçimiydi, o yüzden...
"Daha ne kadar içmeyi düşünüyorsun?"
Jungkook onun sesini duyduğunda şaşırmadı, bir süredir orada durduğunu fark edebilecek kadar kendindeydi hala. Dudaklarını ısırarak bardağını masanın üzerine bıraktı, barmen hemen anlamış gibi onu bardağını doldurmaya başladı.
"Dudaklarını unutana kadar."
Yoongi sessizce yanında oturmaya devam ederken, Jungkook ona bakmamayı tercih ediyordu. Kafası bulanıktı, biraz daha bulanmak istiyordu ama ona bakarak bulanmak istemiyordu. Ona bakarak bulanmak... daha yorucuydu, çıkışı asla bulamayacakmış gibi hissetmesine neden oluyordu ve aciz bir şekilde çabalamak gerçekten yorucu oluyordu.
Limonu dişleri arasına sıkıştırırken, oturduğu taburede biraz daha büzüldü. Kamburu çıkmıştı ve tezgaha yasladığı dirseklerinden destek alarak, güçlükle tutuyordu başını. Gözlerini sıkıca yumdu ve düşünmeye devam etti.
Ne zaman başlamıştı?
Ne zamandır düşüncelerinde ona yer veriyordu? Böylesine.
Onun dudaklarına?
Oysa düşüncelerinde sadece bir gidenden ibaret olmuştu Min Yoongi. Veya ölüme terk eden. Neden şimdi bunları düşünmek yerine çok farklı şeyler düşüyordu? Neden onun nefesini dudakları üzerinde hissetmek istiyordu?
Tekila. Biraz daha fazla ihtiyacı vardı.
İçmeye devam ettiği gibi onu düşünmeye de devam ediyordu, kesinlikle bir sorun vardı. Büyük bir sorun.
"Jungkook, yeter."
Yoongi koluna dokunduğunda duraksadı. Sıcak... çok sıcaktı. Gömleğinin hemen altındaki derisinin yanmaya başladığını hissediyordu. Ona dönmedi, ona bakmak istemiyordu. Gözleri yüzünden bulanmak istemiyordu ama kahretsin ki.. onu düşünürken, onun yüzünden bulanmıştı çoktan.
Son kez büyük bir yudum aldıktan sonra sertçe kolunu çekti ve bar taburesinden indi. Çıkışa kadar sarsak adımlarla ilerlerken, yolun yarısında kafasına dank etmişti paltosunu orada bıraktığını. Cüzdanı, telefonu, anahtarları onun cebindeydi.
Sarsılıyordu ama bunun nedeni içtiği tekila değildi, bunun nedeni yakınlarında hissettiği adamdı.
"Gidelim." Beline dokundu sesin sahibi. Bulundukları bar gürültülüydü ama Yoongi'nin sesi çok yakınından geliyordu zaten. Neden Jungkook'u takip etmişti ki sanki? Yoongi bir elinde onun paltosuyla, diğer eli de belindeyken onu dışarı çıkarana kadar söylendi Jungkook bunun hakkında. Neden gelmek zorundaydı ki? Neden yanındaydı? Gitse.. olmaz mıydı?
Yoongi arabanın yanında durduklarında Jungkook'un paltosundan anahtarı çıkardı onu arabaya birdirmeden hemen önce. Ardından paltoyu onun üzerine örttü, Jungkook uyuyacak gibi duruyordu. Kapıyı kapattı ve sürücü tarafına yürüdü. Jimin'e arabasını barın önünden alması gerektiği ile ilgili bir mesaj atsa iyi olurdu.
Ancak, Jungkook uyumadı.
Yol boyunca dışarıyı izlemişti pencereden.
Bir de şey demişti;
"Eve gitmek istemiyorum."
Yoongi sorgulamadan sürdü, sorgulamayı çoktan bırakmıştı; akışa uyum sağlamaya çalışıyordu (başını döndürüyor olsa da). Üstelik Jungkook'un gözleri önünde olmasından memnundu, o olaydan sonra onu yanından ayırmak istemiyordu. Bunu itiraf edeli çok olmamıştı ama çoktan kabullenmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
White Rabbit |vmin&yoonkook| ✓
FanfictionNasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın.