-FİNAL-
Öncelikle, şu Beyaz Tavşan mevzusuna değinmek istiyorum. Kimine göre bu, Jungkook zannedilebilir ama aslında tamamen soyut bir şey ve hikaye içerisinde bir sürü Beyaz Tavşan var ayrıca Alice. Olay, Alice'in onu takip etmesinde. Mesela... Jungkook, Tony'yi takip ediyor; Jimin, Yoongi'yi takip ediyor gibi... Yani hikayadeki karakterler, bir şeylerin peşinden giderek başka şeyleri keşfediyor. Ve diğer yandan hepsinin ortak bağlantısı biraz da Jungkook, bağdaştırılması normaldir aslında.
Son olarak....
Teşekkür ederim :")
Bana bahşettiğiniz bütün güzel şeyler için...
Düşmeyin.
Kendi Harikalar Diyarı'nızı keşfetmeniz dileğiyle^^
Jefferson Airplane-White Rabbit
Jimin'in kim bilir kaçıncı doğum gününde aldığı pelüş pandayı sakladığı o karanlık dolabın içinden çıkardı, onu aldı ve sıkıca sarıldı ona. Sarılmaya ihtiyacı vardı, Jimin'e söylese onunla dalga geçerdi ve başka sarılabileceği kimsesi yoktu. Panda neredeyse boyunu geçecek kadar büyüktü-Jimin'in bunu vitrinini indirdiği bir dükkandan çaldığından emindive bu yüzden sanki bir insana sarılıyormuş gibi hissettiriyordu. Gerçi panda Suga'yı insanlardan daha çok seviyordu.
"Özür dilerim," diye mırıldandı uzandığı koltukta biraz daha küçülüp, biraz daha sokuldu pandaya. "Seni aşağıladım, oysa sen onlardan daha insansın."
Neden depresif hissediyor olduğu ile ilgili teoriler üretmek istemiyordu. Aklı haddiden fazlaca doluydu, canı sıkılıyordu ve artık ayakta durmak istemiyordu. Yıllarca bir şeyler karşısında dimdik durmaktan, güçlü olmaktan sıkılmıştı. Toparlamaktan sıkılmıştı. Sadece... dağılmak istiyordu. Haddinden fazla dağılıp, kaybolmak ve biraz da rezalet çıkarmak istiyordu kendi içinde.
Yine de bunları yapmak yerine, sadece... saatlerce sarıldı o pandaya. Zaten karışık olan aklına giriyordu bir de tavşan dişli bir velet. Azıcık oraya sızıp orayı dağıtıyor, oradan da ruhunu istila ediyor ve içinde daha önce varlığını bilmediğinden emin olduğu duyguları gün yüzüne çıkarıyordu. Bir de pişkin pişkin gülüşleri dolanıyordu gözlerinde, dokunuşları hayat buluyordu teninde yeniden. Soğuk dudaklarını, sıcak nefesini hissediyordu hemen yüzünün yakınlarında ve muhtemelen de birazcık kalbinin etrafında bir yerlerde.
Onun, yanında kalmasını beklememişti zaten. Gideceğini tahmin ediyorduhayır, biliyordu. Sadece... gitmemiş olmasını dileyen yanını susturamıyordu, susturmak istemiyordu belki de. Bundan emin değildi, emin olduğu şeyler vardı ama... Uyandığında, onun yokluğunu gördüğü o ilk anda, onun varlığını dilemişti zavallı bir şekilde.
"Dağılıyorum," dedi yavaşça, sesi çatallaşıyordu. "Çok güzel dağılıyorum, toparlanmak da istemiyorum Suga. Biraz daha dağıtsın istiyorum."
İç çekti ve açılan kapıyla birlikte yavaşça kalktı yattığı yerden. Gelen Jimin'di. Kapının önünde öylece dikilmeye devam ederken, Yoongi'nin gözlerine bakıyordu alık alık. Yoongi onu süzerken kaşlarını çattı. Jimin'in yanakları ve burnu kızarmıştı. Muhtemelen soğukta kalmış olmalıydı ama peki ya...gözleri? Gözleri de mi soğuk yüzünden kıpkırmızı olmuştu?
"Ben... bekledim hyung. Saatlerce gelmesini, bana gelmesini bekledim. O-onu bekledim hyung." Jimin hıçkırdığında Yoongi ağır ağır kırpıştırdı gözlerini. "Sorun değil, hayatımın sonuna kadar beklerim ben onu ama... o, gelmeyecek. Bunu bile bile nasıl beklemeye devam edebilirdim ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
White Rabbit |vmin&yoonkook| ✓
FanfictionNasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın.