Adam Lambert-Runnin’
"Neden buraya geldik?" Jungkook sordu, bulundukları yere yabancıydı ve burası onu ürkütüyordu. Amerika'da ondan başka kimsesi yoktu, zaten olmasını da istemezdi.
"İn arabadan."
Sevdiği adamın dudaklarından dökülen o soğuk, iki kelime, bedenine bir ürperti verdi ve kaşları çatıldı. Yine de onu daha fazla kızdırmak istemediğinden olsa gerek, arabadan indi. Dışarısı çok soğuktu ve yağmur yağıyordu. Kollarını ince bedenine doladı ve bulundukları ıssız caddede gözlerini gezdirdi. Şimdiden sırılsıklam olmaya başlamıştı.
"Evin anahlarlarını ver" Tony arabadan inip karşısına geçtiğinde Jungkook önce onun mavi gözlerine baktı. Karanlıkta bile hala kalbine ışık şaçabilen mavi gözler, birer buz kütlesine dönüşmüş gibi, geceden bile daha fazla üşüttü küçük olanı. Sonra bakışlarını ona doğru uzattığı koca ellerine çevirdi. O elleri tutmak istiyordu, bir daha asla bırakmamak...
O ellerde saklanmak istiyordu. Yutkundu ve yeniden onun gözlerine baktı.
"Neden?" Diye sordu biraz çekinerek. Neden son zamanlarda ona böyle davrandığını merak ediyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştı? İçindeki huzursuzluk haddini aşmıştı.
"Anahtar!"
Tony bağırdığında Jungkook irkilerek sıçradı, gözleri kocaman açılmıştı ve titremeye başlayan dudakları şokla aralanmıştı.
Cebinden çıkardığı anahlatları ona uzatırken parçalara bölünüyormuş gibi hissediyordu.
"Babanı ara, eminim o sana yardım edecektir. Kendine yeni bir hayat mı kurarsın yoksa gidip intihar falan mı edersin, bilemem artık. Karar senin, ne yaparsan yap. Ve Jungkook, bir daha evime gelme. Adımı dahi anma. Seninle yeterince vakit harcadım zaten. Bitti. Buraya kadar Sanki hiç var olmamışsın gibi davranacağım, gerçi sen zaten hiç var olmadın benim için. Sen de öyle davran."
Bitti.
Buraya kadar.
Sanki hiç var olmamışsın gibi davranacağım.
Gerçi sen zaten hiç var olmadın benim için.
Kontolcü bir manyağın teki olan biri için saatlerce durmadan içmek, biraz garip kaçıyordu ama zihninde dönen anılar o kadar canlı ve netti ki, onlarla baş edebilmenin tek yolu zihnini bulandırmaktı. Böylece onları unutabileceğini düşünmüştü ama kendini nasıl bir ateşe attığının farkında olamadan kontrolü iyice kaybettiği vakit, geri dönüşü olmayan bir yoldaydı. Seslerden rahatsız oldu, kokudan rahatsız oldu ve dengesiz adımlarla arabasına doğru ilerledi. Elinde içki şişelerinin olduğu bir poşet tutuyordu ve diğer elindeki şişeyi hala büyük yudumlarla kafasına dikiyordu. Gözlerini kocaman açıp, hızlı hızlı kırpıştırdı. Gitmiyordu, zihnindeki görüntüler bir türlü kaybolmuyordu. Canını yakan anılar hala dengesini alt üst edebilecek kadar netti. Onun yüzü, onun sesi, onun dokunuşları, onun nefesi. Onun verdiği her şey, onun sahip olduğu ve ona da bahşettiği her şey, ilk günkü gibi yerli yerindeydi. Midesi bulanıyordu. kalbi taşıyamayacağı kadar ağırlaşmıştı. Zaman ve mekan kavramı silinmişti. Gerçeklik ve anılar arasında gidip geliyordu. Bir şeylere tutunmak istedi, bunun bir çıkış yolu olmalıydı ama o, kaybolmak ve savrulmak dışında hiçbir şey yapamıyordu.
Jungkook ıslanmıştı, sırılsıklamdı. .
Arabanın kapısını zorlukla açabildi ve kendini içeriye attı. İçerisi, dışarıdan daha soğuktu aslında ama onun bedeni kavruluyordu. Kapıyı kapattı ve kilitledi. Elindeki poşeti yanındaki koltuğun üzerine bıraktı ve içki şisesini yeniden dudaklarıyla buluştururken, diğer elini de direksiyonun üzerine götürmüştü. Gözlerini kıstı ve önünde duran caddeye baktı. Yağmur yağmaya başlamıştı çoktan ve karanlık cadde, ruhundan bir şeyleri söküyordu o an. Tony, onu karanlık bir caddede bırakmıştı, tek başınaydı ve korkuyordu. Yağmur yağıyordu ve gökyüzü ona yalnızlığını haykırıyordu. Korkularını gösteriyordu. Jungkook, korkularıyla yüzleşemeyen bir korkaktı oysaki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
White Rabbit |vmin&yoonkook| ✓
FanfictionNasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın.