Linkin Park-Roads Untraveled
"Jimin, uyan hadi.."
Yoongi Jimin'i dürterken bir yandan da sinirlenmemeye çalışıyordu. Bir insan nasıl hayatının en önemli gününde uyuyakalabilirdi ki? Jimin yapardı. Şaşırtmamıştı ancak yine de bu konuda onun biraz daha hassas olmasını bekliyordu.
"Beş dakika daha hyung..." Jimin onun elini sinek kovalar gibi kovdu ve gözlerini araladı kısık bir şekilde. Gece boyunca gerginlikten uyuyamamıştı ve sabaha karşı ancak uyuyakalmıştı ve şimdi gözlerini açamıyordu.
"Şimdi mutfağa gidiyorum ama eğer ben kahvelerimizi hazırlayana kadar uyanmış ve giyinmiş olmazsan seni çok kötü yaparım, Jimin."
Beş dakika sonra Jimin mutfakta ayakta uyuyordu. Gözleri kapalıydı ve bulunduğu yerde sallanıyordu, üzerini falan değiştirmemişti, sadece yüzünü yıkamıştı ve damlalar saçlarının ucundan tişörtüne doğru damlıyordu. Yine de uyanık olduğu söylenemezdi.
"Önümüzdeki yüzyıl içinde gözlerini açmayı planlıyor musun yoksa prensin gelip seni öpmesini mi bekleyeceksin?"
"Peki ya sen, boğazımız kesilince mi şaka yapmaktan vazgeçeceksin yoksa bunlarda ciddi misin?"
Jimin mırıldanarak sandalyeyi çekti ve başını çiziklerle dolu tahta masaya yasladı. Uykusu vardı ve sabah saat yediydi. İki saat normal bir insana yetmezdi ki! Önüne konan kahve kupası nedeniyle başını kaldırdı. Biraz kafein iyi gelirdi muhtemelen, en azından uykusunun biraz dağılacağını düşünüyordu. Yoongi karşısına kendi kupasını da koyduktan sonra ortadan kayboldu, Jimin o sırada filtre kahvenin kokusuyla kendine gelmeye çalışıyordu.
"Al." Başını hafifçe kaldırıp önce Yoongi'ye, sonra da uzattığı şeye baktığında sandalyesini gürültülü bir şekilde geriye iterek ayağa kalktı.
"Bu ne?"
Yoongi'nin avcunda duran metal kütlesine bakarken gözleri kocaman açılmıştı, biliyordu, ancak şaşkınlığını gizleyemezdi.
"Barut ilk önce Çin'de bulundu, sonrasında-"
"Barutun nerede bulunduğu veya ateşli silahların ne olduğunu sormadım!" dedi Jimin öfkeyle. "Bunun bizim evimizde ne işi var?"
"Al bunu," diye diretti Yoongi, gümüş renkli tabancadan henüz yükselmekte olan güneşin ışığı yansıyordu. Jimin daha önce bunlardan birçoğuyla yüzleşmiş olsa da asla kullanmamıştı ve kendi yanında da taşıyor değildi.
"Saçmalama, nereden buldun bilmiyorum ama bunu kaldır, hyung."
Yoongi tabancayı Jimin’in karnına bastırdı ve daha sonra Jimin'in elini metalin üzerine koydu. "Başımız derde girecek olursa- ki girecek- kendini koruman gerek. Kullanmaktan çekinme, senin hayatın o bok çuvallarınınkinden daha önemli."
Yoongi elini çekti, Jimin avcunda bir tabancayla öylece dikilirken ellerinin buz gibi olduğunu hissediyordu.
Yoongi hala buharı tüten kahvesini içmeden tezgahın üzerinden bir bıçak aldı ve masanın üzerine birkaç cümle kazıdı hızlıca.
Bana hiç umut olmadığını söyleme. Birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz.
*
Taehyung gözden uzaklaşan arabayı izlerken, kendi arabasının motorunu çalıştırdı.
Dün gece, Jungkook'un o şüpheli telefon konuşmasını duyduğunda bunu yapıp yapmamayı çok düşünmüştü.
Seokjin denilen adamla konuşmaları Jimin ve Yoongi içerikli olduğundan, bir de Haejin vardı tabii, bu işi merak etmesi doğal olmuştu. Bir yarıştan bahsediyorlardı, ölüm ve son olan bir yarıştan, kimin ölümü olduğu önemli değildi ama Jungkook'un birinin ölümüyle alakalı olacağı gerçeği tüylerini diken diken etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
White Rabbit |vmin&yoonkook| ✓
FanfictionNasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın.