💊💉💊Bir Deri Bir Kemik💊💉💊

102 6 0
                                    

Ağaçların tekinsiz hışırtısı ile rüzgarın soğukların soğuğu olan uğultusu birbirine karışıp âdeta dans ediyorlardı. Yağmurun buğulu camlara ve ağaçların kupkuru dallarına vuran ürküten sesinden kendi düşüncelerimin sesini bile duyamaz olmuştum. Aslında pek de bir şey düşündüğüm yoktu. Ama dışarda olmayı hayatta istemezdim fakat burda da biraz daha durursam sıkıntıdan patlayacaktım. Bir de köpek uluması duyduğumda dağ başında bir evde yalnız kaldığımı düşünerek bir anda ürperdim. Yok kitaptaki karakterler bana göre hiç  değildi. Onlar gibi sakince dışarı adım atamazdım. Büyük ihtimalle gidip bir dolabın içine saklanıp sabah olana kadar orada beklerdim. Ya da yorgan altında filan kalırdım. İşte ben aynen böyle yapardım. Sonuçta deli değildim. Gecenin bir yarısı ormanlık alanda tek başıma niye gezeydim ki? Kucağımda duran tam yarım saat önce bitmiş kitabımın kapağını hafifçe okşayıp yanımdaki sehpaya onu serbest bıraktım. Yavaşça elimi belime koyarak doğrulup etrafı şöyle bir kontrol ettim. Şuanlık temiz gözüküyordu. Kulaklarımı dört açtım ama doğanın ürkütücü güzel sesi dışında bir şey duyamadım. Bir elimle belime destek verirken diğer elim ile de kocaman Diyarbakır karpuzu adayı karnımı tuttum. Derin bir nefes alıp aynı anneannem gibi besmele çektiğimde bacaklarımı istediğim pozisyona getirebilmiştim. İki adet topan patlıcanı ayağımı crocs marka mor renkli çiçek desenli terliklerimin içine sokmayı başardığımda kafamın içindeki büyük bir seyirci kitlesi tarafından coşkuyla alkışlandım. Beş aylık üçüzlere hamile olunca bu çok  büyük bir başarıydı. Başarı dolu gülümsemem ile arkadaşım, yoldaşım ve sırdaşım olan Bir Deri Bir Kemik'e sıkıca tutunup yavaşça ayağa kalktım. Ve ardından büyük bir tezearuat koptu. Sakince ve sessizce adımlarımı atarken çok ama çok dikkatliydim. Kafamdaki plana göre hareket ederken yanımda olan Bir Deri Bir Kemik'in de bana büyük yardımı dokunuyordu. Beraberce sessizliğin içinde bilinmezliğe ilerlerken zihinsel gücümü kullanarak evrene olumlu üzerine olumlu mesajlar da göndermeyi ihmâl etmiyordum. Kulaklarımı ve gözlerimi dört açmıştım. Harhangi bir sinyale karşı tetikteydim. Kapının önüne geldiğimde kulağımı kapıya aynı 7/24 DHVTAŞ (Dedikodu Hizmeti Veren Teyzeler Anonim Şirketi)'ndeki  teyzeler gibi yapıştırdım. Olağan dışı bir ses yoktu. Ortaklık sakindi ama hava mutadil değil aksine yağışlıydı. Birden gök gürleyince "Allah'ım!!!" deyip olduğum yerde zıpladığımda karnım da yer çekiminin kanuna göre davranarak o da yukarı aşağıya doğru bir gidip geldi. Elimi karnıma koyduğumda artık minik değil de küçük olan kahve çekirdeklerimizden bir tanesi her şey yolunda anniş der gibi tekme attı. Bende onları okşayıp anlaşıldı ekip yola devam ediyoruz deyip tekrar kapıyı tekrar dinlemeye koyuldum. Neyse ki durum gök gürültüsünden önceki hâliyle aynıydı. Yavaşça kapı kolunu kavrayıp sessiz bir şekilde açtığımda hemen aralıktan baktım. Ortalığı hamile "x" ışınlarımla taradım. Temizdi. Bir Deri Bir Kemik ve üç küçük kahve çekirdeği ajanım ile adımlarımızı dışarıya doğru attık. Hafif esinti yüzünden mor bol elbisemin üstündeki siyah bol hırkama daha da sıkı sarıldım. Tehlike yoktu ama biraz soğuktu. Yavaştan yavaştan bir kaç adım ilerlediğimizde her şey yolundaydı. Ufaklıklar ve ben bitmeyen bir heyecan içindeyken Bir Deri Bir Kemik gayet sakindi. Soğuk kanlıydı. Kendi de biraz soğuktu ama iyi bir dinleyiciydi. Ve sessiz bir yoldaştı. Ben ne dersem hiç itiraz etmeden onaylıyordu. Şimdi Selaniklim, Utku, Sevcan, Melis, Demirhan ya da Ahmet olsa ortalığı ayağa kaldırırlardı. Eh Bir Deri Bir Kemik öyle değildi. Bir elim karnımda bir elim Bir Deri Bir Kemik 'te ilerlemeye devam ettim. Ve aniden yolumu kaslı mı kaslı beni yere bir kerede yapıştırıp ölümle burun buruna getirecek kadar güçlü bir kol çıkınca bildiğim tüm duaları okumaya başlayıp, korkarak ama kendimden de emin bir şekilde son damla cesurluğumu kullanarak başımı kaldırıp ona baktım.

👓👟💉💊👓👟💉💊👓👟💊👓👟

Sakin bir o kadar da deli dolu geçen günlerimizi saymak pek de mümkün olmuyordu. Sevdiğim, kadınım, yüreğimin tek sahibiyle daha annelerinin karnında ikâmet etmelerine rağmen bize kendilerini "Hey anne, baba biz de burdayız!" diyerek her saniye hatırlatan üçüz kahve çekirdeklerimiz ile üç köpeğimiz Sapşik, Kahve, Çiko ve kedimiz Boncuk 'un oluşturduğu muhteşem bir dünyanın içinde yaşıyordum. Daha doğrusu yaşıyorduk. Hem de doya doya. Aşkla. Huzurla. Kendimi âdeta yeryüzünün cennet bahçesindeymişim gibi hissediyordum. Bal gözlümün kendi elleriyle diktiği rengârenk benzersiz çiçeklerin arasında dolaşıp etrafımı sarıp sarmalayan bal kokusunu içime çekiyordum. Tâbi sorunlarımız olmuyor değildi. Öz'ümün hamilelik hormonlarının coşmasıyla etrafa tsunami etkisi yaratıyordu. Bir de dün gece yaşadığımız panik dolu anlar vardı. Meleğimin bir anda hafif sancılanmıştı. Korku dakikalar içinde hastaneye gelene kadar kalp krizi geçirecek gibi olmuştum. Bal gözlüm ise daha sakindi. Hattâ beni bile sakinleştirmeye çalışmıştı. Sevcan'ları da evden çıkmadan aradığım için hastane kapısından içeriye beraber girmiştik. Sevcan kontrollerini yaparken kalbim ağzımda atmıştı. Neyse ki her şey yolundaydı. Ama her önleme karşı bal gözlümü bir gün boyunca hastanede gözetim altında tutmak istedi. Bal Öz'üm bolca homurdanıp karşı çıksa da dörde üç oyla kaybetmişti. Eh benim içim de böylece rahatlamıştı. Sabah işe gelip evde onu bırakmak istemezdim. Tüm gün aklım ve kalbim onda kalacaktı. Fakat şimdi hastanedeki mola anlarımda soluğu yanında alıyordum. Sevcan ile Ahmet de sağolsunlar hiç yalnız bırakmıyorlardı. Bir tek Utku, Demirhan ve Melis'e yarım saat önce  haber vermiştik. Çünkü bal gözlüm aile üyelerini hiç üzmek istemiyordu. Bende annem ile babama hiç bir şey dememiştim bu yüzden. Akşam üstü Sevcan'ın yapacağı son kontrolünden eve gidip gidemeyeceği belli olacaktı. İşimi yaparken her saniye bal meleğim ve üç küçük kahve çekirdeğimiz için durmadan dua ediyordum. Evet hâlâ kahve çekirdeklerimiz diyorduk. Çünkü miniklerimiz ultrasona ne zaman girseler hep arkalarını dönüyorlardı. Ahmet dalga geçtiğinde "Ne dalga geçiyorsun! Benim evlatlarım terbiyeliler bir kere! Ve neyin ayıp olduğunu karnımda öğrenecek kadar zekiler!" diye her seferinde bilmiş bir şekilde kafa tutuyordu. Ellerim cebimde sakin bir şekilde etrafı da izleyerek hastane koridorlarında vizitem için turlarken gördüğüm şeyle bir anda olduğum yerde donup kaldım. Tanrım yanlış görüyor olmalıydım. Kesinlikle yanlış görüyordum çünkü bunun hayatta  olmaması gerekiyordu. Adımları atmaya tekrar başlayıp hızlandırdım ve kolumu duvara yasladım. Başını kaldırırken tek kaşımı kaldırıp "Öz'üm nereye gittiğini sanıyorsun?" diye sorduğumda sakin olmaya çalışarak. Üç defa baş parmağı ile damağını kaldırarak "Selaniklim niye aniden önüme çıkıp da ödümü evren dışında bir yere fırlatmaya mı çalışıyorsun ki?!" deyip kaşlarını çatarak kızgın bir şekilde çemkirip tek elini beline koydu. Derin bir nefis alıp "Önüne aniden çıktığım için özür dilerim bal gözlüm ama hâlâ sorumu cevaplamadın. Yatağının ve odanın dışında ne işin var?" dediğimde merakla ne yanıt vereceğini bekledim. Serum askısına tutunmaya devam ederek "Canım sıkıldı! Sanki kulenin tepesinde terk edilmiş Rapunzel gibiydim odada! Hem bugün Türk kahvemi bile içemedim daha!" deyince bilmiş bir ses tonuyla sırıtmamak için kendimi zor tuttum. Öz'üm dönüp dolaştırıp konuyu yine Türk kahvesine getirmeyi başarmıştı. Başımı iki yana sallayıp "Meleğim lütfen yatağına döner misin? Eğer canın kahve istiyorsa bana telefon etmen yeterdi. Ben sana getirirdim ya da yollattırırdım" dedim kolumu beline dolayıp odasına doğru yönlendirmeye çalışarak. Kaşları çatık hâlde "Hayır! Ben kafeteryada içeceğim! Bırak arkadaşlarımla oturup muhabbet edeyim Nico!" dediğinde sert bir şekilde karşı çıktı."Öz'üm lütfen bir kerecik sözümü dinler misin?" diyerek serum askısının da kontrolünü elime aldım. Bal gözlüm kocaman tatlı karnıyla "Nico ya bırak beni!" diye kollarımın arasında çırpınmaya çalışırken  yanımızdan geçen hemşireler ve hasta bakıcılar kısık kısık hâlimize  gülüyorlardı. Bal Öz'üm ise onlara gözleriyle ateş üzerine ateş fırlatıyordu. Kapıyı açıp içeriye zar zor girdiğimizde "Meleğim hadi artık direnmeyi bırak" dediğimde canını yakmamaya çalışarak yatağına görürdüm. Gözlerini kısarak "Niye direnmeyi bırakayım? Siz erkekler hep aynısınız zaten! Gücünüz var diye bizi ezmeye çalışıyorsunuz! Ama o ezebileceğin kesimden değilim haberin olsun Nico!!!" deyip kollarını önünde bağlamaya çalıştığında "Kahretsin seni intraket gibi!!!" diye acıyla inledi. Telaşla elini tutarak koluna bakıp "Bal gözlüm, birtanem dikkatli ol lütfen" dedim kontrol ederek. Kızgın bakışlarını atsa da kolunun acısından tek kelime etmeden yatağa homurdanarak yatağına oturmak zorunda kaldı. Bir şey olmadığını görünce rahatlayıp serum askısını yerine koydum ama yüzü hâlâ düşüktü. Hemen eğilip meleğimin bacaklarını alıp kaldırarak yavaşça uzatmasına yardımcı oldum. Üzerine de pembe Barbie desenli örtüyü örttüğümde "Ne yapıyorsam senin iyiliğin için yapıyorum Öz'üm. Lütfen kızma bana" dedim alınına sonra dudaklarına minicik bir  öpücük kondurarak. Tek kaşını kaldırıp "Beni değil sadece bebekleri düşünüyorsun bir kere Nico!" deyince kızgın bir ses tonuyla "Seni nasıl düşünmem bal gözlüm? Nasıl böyle  konuşuyorsun? Sen benim her şeyimsin" diye hemen karşı çıktım. Öz'ümün yine hamilelik hormonları yüzünden alınganlığı tutmuştu. Karnını okşayıp "Tâbi ki de düşünmüyorsun! Düşünsen sadece bir gaz sancısı için bu odada Bir Deri Bir Kemik ile beni yalnız bırakmazdın ki! Allah'tan o var da bana arkadaşlık ediyor!" dedi diğer eliyle de yanındaki serum askısını göstererek. Bal gözlüm ona da bir lâkap takmayı başarmıştı. Hem de daha bir kaç saat geçmesine rağmen. Bu durumuna gülmemek için kendimi tutarken "Meleğim altı üstü bir kaç saattir burdasın. Hem elimden geldiğince yanına geliyorum ama Aynur annemi çağıralım istiyorsan" diyerek teklifte bulundum. Başını iki yana sertçe sallayıp "Hayır Selaniklim şimdi boşu boşuna telaşa kapılmasını istemediğimi söyledim sana! Sadece yukarı odama çıkıp çalışmak ve kafeteryada kahvemi yudumlamak istiyorum!" diye tekrar başa sarınca derin bir nefes aldım. Tanrım Öz'üm dediğim dedik inatçı bir bal arısıydı. Dudağımın kenarı kıvrılıp "Sevcan ne derse onu yapmak zorundayız bal gözlüm" dediğimde bu sefer kollarımı önümde bağlayan taraf ben olmuştum. Kaşlarını sinirli bir şekilde çatarak "Hamile diye ona bir şey söylemiyorum! O yüzden tek muhatabım sensin hayatım" dedi bilmiş bir ses tonuyla topu bana atarak. Çatık kaşlarıyla "Hem artık  beni hiç kıskanmıyorsun! Ahh tâbi ya geçti değil mi cicim aylarımız Selaniklim?" deyince hormonun zirvesinden bana sesleniyordu."Bal meleğim niye seni kıskanayım tek başına kaldığın bu odada?" diye şaşkınca sorduğumda yanıtını bekledim. Eliyle yatağa vurup "Tâbi ki de bu yataktan! Dün geceden beri resmen seviyeli bir şekilde ilişki yaşıyoruz! İnsan kıskanır be!" diyerek çemkirdiğinde kahkaha atmamak için kendimi sıktım. Ne diyeceğimi düşünürken yanındaki sehpaya koyduğu kitabı gözüme çarptı. Kitabı gösterip "Bal gözlüm canın sıkılıyorsa niye kitabını okumuyorsun?" diye sorup konuyu değiştirmeye çalıştım. Yoksa ortalık yangın yerine dönecekti. Ve buna asla izin veremezdim. Omuz silkip "Çünkü bitti. Bir dahakine daha az sürükleyici ve kalın kitap getirmeni öneririm" dediğinde sırıtık bir şekilde yanıtladı. Şaşırıp "Bitirdin mi? Ne arada bitirdin?" dedim gözlerim açılarak. Eline kitabı alıp "Bu benim için çerez hayatım. Bir saat içinde bitti, gitti" diyerek bana uzatınca bilim kurgu romanını şaşırmaya devam etmek süretiyle elime aldım. Büyük ihtimalle kitap da benimle aynı şoku paylaşıyordu. Silkinip kendime geldiğimde "Dur bakayım ilgini çekecek başka bir kitap var mı Öz'üm?" diye öneride bulundum. Oturduğu yerde birazcık olsun rahatlayarak "Olur ama kahvemi de unutma Selaniklim!" dedi uyaran ses tonuyla ve o ballı beni çok mutlu eden gülümsemesini sunmayı ihmâl etmedi. Hormonları saniye saniye değişiyordu. Hava durumu gibiydi. Artık sırıtmamı serbest bırakıp "Tamam bal gözlüm ama sende hiç bir yere kıpırdama. Yoksa seni bu yatağa bağlarım. Ona göre" dediğimde şaka yolluyla onu net bir şekilde uyardım. Kaşlarını tekrar çatınca "Beni bir de tehdit mi ediyorsun?! İnanamıyorum sana ya Nico!!! Allah'ım ben bugünleri de mi görecektim? Duyun minik kahve çekirdeklerimiz duyun babanızı! Bizi yatağa bağlanmakla tehdit ediyor! Ah ahhh!!!" diye bal gözlüm karnını okşayarak beni bebeklerimize şikâyet ediyordu. Bende de bu ballı hâli gülme isteği uyandırıyordu. "Bal meleğim ben gidip kitap ve kahveni alıp geliyorum" deyip git gide her gün uzayan bal kokulu siyah saçlarının arasına buse bıraktım ve odadan hızlı adımlarım ile hemen çıktım. Amacım asla ama asla kaçmak değildi. Sadece bir an önce Öz'üme isteklerini getirmek ve biraz da olsa mutlu etmek istiyordum. Kitap ve Türk kahvesi şimdiye kadar benden istediği en normal şeylerdi. Bir de bol fıstıklı baklavaydı.Tâbi o günü hatırladıkça yüzümde kocaman bir tebessüm kendiliğinden beliriyordu. Merdivenlerden inerken önce küçük çapta bal meleğim ve Sevcan'ın eseri olan hastanenin içinde oluşturdukları ve ara katta kalan kütüphaneye uğradım. Hastaların morale ihtiyacı olduğu ve bolca zamanlarını yatakta geçirdikleri için kütüphane fikrini Başhekime götürünce herkes tam destek olmuştu. Okumadıkları kitapları ve hesabından başlattığı kitap toplama kampanyasıyla tüm hastanelere de örnek olmuştu. Sevcan ile kitapları toplayıp tek tek hepsini yine kampanya desteğiyle aldıkları kitaplıklara yerleştirmişlerdi. Ve şimdi tüm hastalar ve refakatçileri ödünç aldıkları kitaplarla kendilerini daha iyi hissediyorlardı. Eh bal gözlüm de şimdi kendine düşen payı alıyordu. Rafları tarayıp onun hoşuna gidecek kitapları elime aldım. Dört tane fantastik kitabı gidip kayıt yapan hasta bakıcı Namık'ın önüne koyduğumda "Nico hocam sadece bunları mı alıyorsunuz?" diye sorunca "Evet. Bunu da bırakıyorum" deyip bitirdiği kitabı diğer kitaplardan ayrı olarak yine önüne koydum. Başını sallayıp önündeki deftere kaydını geçince verdiğim kitabı da geri aldığı kitap yığının üstüne koydu. Onu da verildi diye işaretleyince "Keyifli okumalar dilerim Nico hocam" deyince gülümseyerek "Teşekkürler Namık" dedim ve dört kitabı da alarak kütüphaneden çıktım. Sırada Türk kahvesi için doğruca kafeteryanın yolunu tuttum. Molalarım olması işimi çok kolaylaştırıyordu. Meleğime hiç olmasa böylece yardımcı oluyordum. Bu çalıştığı günler için de geçerliydi. Bugün ise Sevcan'dan raporuydu. Tâbi ne kadar raporlu olmak yerine odasında çalışmayı yeğlesede. Kafeteryaya girdiğimde "Hoş geldin Nico hocam. Ne alırdınız?" diye çaycı İlker abi neşeli bir şekilde sorunca "Hoşbuldum. Bol köpüklü ve şekerli Türk kahvesi alayım" dedim gülümseyerek. Sırıtıp "Öznur bacıma mı?" dediğinde elimdeki kitapları gösterdi. Başımı olumlu anlamda ve sırıtarak sallayıp "Evet. Bugün istirahatta. Onun için aldım" diyerek yanıtladım. "Ahmet hocamdan duydum. Geçmiş olsun hocam. Allah inşallah tam zamanında bebelerinize kavuştursun" diye içten bir şekilde dua edince "Amen" deyip duasına katıldım. Yüreği de kendi kadar güzel İlker abi hemen sipariş ettiğim kahveyi yapmaya koyuldu. Bende beklerken tezgahın önüne sıra sıra dizilmiş kalp şeklindeki çikolataları görünce dayanamayıp onlardan da bir kaç tane aldım. Sonuçta çikolata ve kahve ikilisine aşık bir bal gözlüm vardı. Kahve olunca çikolataları cebime koyup "Afiyet olsun Nico hocam" dediğinde gülümseyince "Sağol İlker abi. Sana kolay gelsin" dediğimde kahveyi elime aldım. "Sağol hocam" deyip hızlıca işine dönünce bende kahveyi dökmemeye dikkat ederek kafeteryadan çıktım. Tekrar çocuk bölümünün bulunduğu kata çıkmak için bu sefer asansörü tercih edip asansöre doğru yöneldim. Elimdekiler ile merdivenlerden çıkmak riskliydi. Asansörün önüne geldiğimde ise; "Bre çalışsana be susak asünsür!!!" diyerek düğmeye basarak kavga eden adamın Hüseyin aga olduğunu hemen anladım. "Hüseyin agam bir şey mi oldu?" diye merakla hemen sorduğumda bana dönerek "Aaa Necmi kızanım sen nerden çıktın beya?" deyip şaşırdığında "Ben bu hastanede çalışıyorum" dedim hemen cevaplayarak. Neşeli bir şekilde; "Ne kaar güzel ne kaar güzel beya.Nermin hanım hastanenin adını söylemişti ama ben unuttum yaşlılık işte beya" dediğinde hemen açıklamaya geçti. Gülümseyip "Olsun. Bir sorun mu vardı? Yardımcı olayım" diye sorunca "Bu susak oğlu susak asünsür bir türlü çalışmıyor beya Necmi kızanım. Bir de sen bakıver" diyerek kızgın bir şekilde asansöre bakış attı. Sırıtıp baktığımda bize gelmesine sadece bir kat kalmıştı. "Çalışıyor Hüseyin agam. Bir kat sonra bizde" deyip ona açıklama yaptım. Tatlı yaşlı gülümsemesiyle "Sağol Necmi kızanım beya. Sen olmasan şartellerim atmıştı ve şekerim tavan yapmıştı" dedi minnettar bir ses tonuyla "Önemli değil. Doktor randevunuz mu var?" dediğimde cevabını bekledim. İç çekip "Bir ton ilaç içiyorum o da yetmiyor bir de onların kafa kağıdını tazeletmeye geliyom Necmi kızanım beya. Hiç sorma" diye sızlanınca kafa kağıdının rapor olduğunu tahmin ettim. Asansör gelip kapısı açılınca "Geçmiş olsun Hüseyin agam. Hangi servise gidiceksin ona göre basayım düğmeye" diyerek sorduğumda "Dahli miydi dihli miydi?" deyip düşünürken "Dahiliye?" dedim tekrar tahminde bulundum. Aydınlanma yaşamış gözlerle bakıp "Bin yaşa Necmi kızanım. İşte oraya gidecem beya" dedi sanki altın madenî bulmuş bir ses tonuyla sevindi. Asansörlerdekiler inince biz bindik ve ineceğimiz iki katın da düğmelerine bastım. Merakla bana bakıp "Nico kızanım elindeki bu kitaplarla ve kahveyle nereye gidiyon beya?" diyerek sorduğunda "Bal gözlümün odasına gidiyorum. Dinlenirken canı çok sıkıldı da" diye gülümseyip yanıtladım. Tek kaşını kaldırıp "Dinleniyor mu? Öz kızanım iyi midir beya?" dedi telaşla hemen tekrar sorarak. "Dün gece biraz sancılandı ama önemli bir şeyi yok şimdi. Sevcan da dinlensin diye zorla hastaneye yatırdı" dediğimde içini rahatlamak için sakince cevapladım. "Geçmiş olsun beya Necmi kızanım. Nermin hanım da sabah geldiğinde bir şey söylemedi" deyince başımı iki yana sallayıp "Biz söylemedik zaten telaşlanmasınlar diye. Her şey yolunda sonuçta" dedim kendimden emin bir ses tonumla açıklamada bulunarak."İyi yapmışsınız beya. Nermin hanım da Aynur kızanım da cadı da çok üzülürlerdi. O zaman ben doktor kızanımdan önce Öz kızanıma bir uğrayım. Moral olur beya" diyerek öneride bulununca başımı olumlu anlamda salladım. Hüseyin aganın ineceği katta durunca inmedi ve çocuk bölümünün bulunduğu kata çıktık. Bal gözlüm ile daha çok ilgilenebilmek için Sevcan'a bu öneride bulunmuştum o da severek kabul etmişti. Zaten kadın doğum bölümüyle aramızda sadece bir kat vardı. Bu işi bir bakıma da kolaylaştırıyordu. Hem de Öz'üm çocuk bölümünü diğer bölümlerden daha çok seviyordu. Çocuklarla arası harikaydı. Ve odası da muayene odama yakındı. Asansörden indiğimizde Hüseyin agam ile bal Öz'ümün odasının yolunu tuttuk. Kapının önüne geldiğimizde içerden müzik sesleri geliyordu. Kapının kolunu kavrayıp açtığımda;
"Gözlerinden okunuyor 
Beni seviyorsun 
Sözlerin seni ele veriyor 
Sen de istiyorsun 
Eninde sonunda benim olacaksın 
Hadi naz yapma 
Sevgiyi, aşkı bende bulacaksın 
Yabana atma 
Bıktırma, usandırma 
Yeter beni kızdırma 
Gel artık kollarıma 
Gül döktüm yollarına 
Gel gündüzle gece olalalım 
Gel gökyüzünde yıldız olalım 
Seninle mutlu yarınlara koşalım 
Gel beraber mesut olalım 
Geçmiyor ki sensiz geceler 
Rüyalar yetmiyor 
İsyan ediyor içimde sevgiler 
Sabrım tükeniyor" diye Tarkan'ın şarkısını söyleyerek meleğim ve Pelin karşılıklı dans ediyorlardı. Bir eli göbeğinin üzerinde ritmik bir şekilde gezinirken bir kolunu da havada müziğe göre kıvırıp hop hop zıplıyordu. Müziğin sesinden ikisi de kapının açılışını dâhi duymamışlardı. Gözleri bir anda benimkiler ile buluşunca gülmemek için kendimi tutup kendimden emin bir şekilde sert durmaya çalıştım. Ve hafifçe kaşlarımı da çattım. Bugün odaya Pelin'i girip çıkarken bir çok kere görmüştüm ama dans edecekleri hiç aklıma gelmemişti. Sadece zararsız muhabbet ediyorlar sanmıştım. Dudağını ısırıp "Eyvah yakalandık Pelin!" dediğinde yaramaz çocuk gibi donmuş bir şekilde olduğu yerde bana bakıyordu."Öz'üm ben sana gezinme, ayakta kalma diyorum sen zıplayıp dans ediyorsun" dediğimde çıldırmamak için zar zor yerimde duruyordum. "Offf gezinme Öz, oynama Öz, kalkma Öz, oturma Öz! Ben kaç yıl boyunca gittiğim dans grubumu ve kick boks antremanlarımı bir çırpıda ara verdim! Canım iki dakika dans etmeyi çekti! Ne var bunda! Kahve çekirdeklerimiz dans etmeyi aşerdiler! Bende bu isteklerini anneleri olarak gerçekleştirmek zorundaydım!!!" dedi fena bir şekilde çemkirerek. Bende geri vites yapmak zorunda kaldım. Tebessüm edip "Öz'üm, bal gözlüm... Senin canın yansın istemiyorum. O yüzden..." diye açıklama yaptığımda sakin bir ses tonumla Hüseyin agam; "Öz kızanım ne kaar ne kaar güzelll oynuyordun beya" diyerek hemen araya girip kendini en yakındaki sandalyeye attı. Ben kahvesini ve kitaplarını başucuna koyup tam konuşacak iken; "Hoş geldin Hüseyin agam beya. Nasılsın, hangi rüzgar attı seni buraya?" dediğinde neşeli bir şekilde sordu ve yatağına sanki hiç bir şey olmamış gibi oturdu ve telefonundaki müziği kapattı."Çok şükür iyiyim Öz kızanım beya. Ne olsun işte ilaçların kafa kağıdını yeniletmeye geldim. Aaa bir baktım ki Necmi kızancağızım. Sonra alıp beni getirdi. Gelmeseydi zaten susak asünsür ile bir güzelll kapışacaktık" dedi asansör macerasını anlatmaya başladı. Pelin de aynı meleğim gibi bağdaş kurmuş yatağın üstünde oturtarak onları merakla dinlemeye başladı. Tek kaşımı kaldırıp "Pelinciğim hâdi bakalım odana. Senin dinlenmen gerekiyor. Bu kadar eğlence yeterli" dediğimde yumuşak bir ses tonumla hemen omuzları düşüp dudakları büküldü. Kaşlarını çatarak bana dönünce "Selaniklim senin beni denetlemekten başka işin yok mu? Rahat bırak arkadaşımla beni! Kış kış hadi diğer hastalarının başına" deyip beni odadan postaladığında Pelin ile Hüseyin agam gülmeye başladılar. İç çekip derin bir nefes aldım. Tek kaşını kaldırıp "İkinize en fazla yarım saat müddet veriyorum ve uslu durun. Sonra görüşürüz Hüseyin agam" diyerek son uyarımı yaptım ve bal gözlümün saçlarına sonra da tombik tatlı karnına öpücük kondurdum. "Görüşürüz beya Necmi kızanım" deyince Hüseyin agam da odadan çıktım. Tanrım. Eşim, bal gözlüm, meleğim beni resmen başından kovmuştu. Hepsini hamilelik hormonlarına bağlıyordum. Yeni baslayan molamın bitmesine daha çok olmasına rağmen mecburen ikinci vizitemdeki hastalarıma bakmaya başladım. Aklım yine de bal Öz'ümdeydi. Neyse ki yanında Hüseyin agam vardı. Hiç olmazsa bir süre de olsa canı sıkılmayacaktı. Eh sonuçta minik arkadaşı Pelin de yanındaydı. Bir yandan da bir an önce Sevcan'ın meleğimi taburcu etmesini diliyordum. "Ne o kara kara düşünüyorsun abicim?" diye soran Ahmet yanımda belirince başımı dosyadan kaldırdım. Yüzümü buruşturup "Öz'üm az önce beni odasından postaladı da ona biraz bozuldum" dedim sorusunu yanıtlayarak. Acaba hamilelik hormonları babalara da geçiyor muydu? Sanırım biraz da olsa bana geçmişti. Söylediklerimin üzerine tüm hastaneyi sallayan kahkahasını patlattı. Daha da çok yüzümün buruşmasına neden oldu. İyi ki düşüncelerimi duyamıyordu. Yoksa Selanik'ten bile kahkahası duyulurdu. Gülerken "Abicim seni Maya konusunda uyarmıştım ama beni hiç  dinlemedin ki" deyince elini omuzuma koydu. Başımı olumsuz şekilde sallayıp "Hamile kalmadan önce hattâ şu ana kadar bal gözlümde böyle bir şey yoktu. Dün gece birazcık sarsıldı herhâlde" deyip ona karşı çıktım. Sinsi sinsi sırıtarak "Tâbi canım biraz sarsıldığından dolayı öyle. Yoksa Maya normalde melek zaten" dediğinde alaylı bir ses tonuyla kaşlarımı çatarak ona bir bakış attım. Elini kaldırıp "Tamam tamam hemen kızma abicim" diyerek gülmesini hemen kesti. Üzerimde hafif kırgınlık, biraz yorgunluk, minicik bir kızgınlık ve binlerce duygunun içinden sıyrılmaya çalışıyordum. Bal gözlüme beslediğim tek duygu ise sadece saf bembeyaz masum AŞK'ımdı. Meleğimi başka bir duyguyla bağdaştıramam mümkün değil ki. Hayatta da olmazdı. O benim kalbimin tek sahibiydi.

SINIRDA SINIRSIZ AŞK (KALBİMİN SAHİBİ SERİSİ #1) (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin