4-ÖRSELENMİŞ RUH/2
#Sarp Palaur – Yazamam Ecele
#P!nk - Try
Güven neydi?
Bağlanmak mıydı?
İnanmak mıydı?
Bir parçanı başkasına emanet etmek miydi?
Kuşku duymamak mıydı?
Yoksa bu saydıklarımın hepsinin bir bileşimi miydi?
Merih'le birlikte, bulunduğumuz yolun dik yokuşunu ağır ağır çıkarken bakışlarım kısacık bir anlığına Merih'in yüzüne kaydı. Kendinden emin bakışları sağ solu gözetmeksizin ileriye odaklanmıştı. Hafif çatık kaşları daha da çatılmış, sert çehresini ürkütücü bir hale sokmuştu. Ona biraz yaklaşsam zihninin karanlık dehlizlerinde uğursuzca dönen çarkların metalik gıcırtısını duyabilecektim.
Güven diyordum, değil mi? Onun hakkında adı dışında, ki o bile doğru mu emin değildim, hiçbir şey bilmezken neden güven kelimesinin yanına Merih'in resmini yakıştırıyordu zihnim?
Bu hayatta tanıdığım herkes bana bir sille vurup sonra da yaptıkları yanına kalmış bir şekilde siktir olup gitmişken, Merih'in ayrıcalığı neydi? O benim yok olmaya yüz tutmuş güvenimi hak edecek ne yapmıştı?
Ne yapmadı ki aptal, dedi içimden bir ses. Seni kurtardı. Seni korudu.
Seni koruyor.
"Çok sessizsin," diyen Merih'in sesi böldü düşüncelerimi. Eli hala sıkıca kavramıştı omzumu. Bir yanım bundan ölümüne rahatsızlık duyarken diğer yanım alışılmadık bir hisse esir olmuştu. Kendimi topladığımda ürkek bakışlarım soruların içinde boğulmuş mavilikleri buldu.
"Düşünüyordum çünkü." Merih sessizce önüne döndü. Ne düşündüğümü sormaması bende kısa süreli şaşkınlık yaratsa da bundan memnun bir şekilde ben de önüme döndüm.
Onun yönlendirmesiyle ara sokaklardan sağa sola sapıp porta kapılı büyük bir binanın önünde durduk. Binanın pencereleri merdiven olmadan erişilemeyecek kadar yukarıda ve zayıf bir çocuğun anca sığabileceği kadar küçüktü. Sokak lambalarının puslu ışığının altında güçlükle seçilebilen bina, Mama'ya satılmadan önce çalıştığım tekstil atölyesine benziyordu. Yoğun kimyasal kokusu ve çocuksu bedenimin kaldıramayacağı kadar ağır çalışma şartları altında çalıştığım zamanların anıları zehir gibi sinsice zihnime sızdığında buz kestim. Merih porta kapıya yaklaşıp üç kere vurdu. Çok geçmeden içeriden bize yaklaşan adım seslerine demir kapının açılırken çıkardığı tiz ses eşlik etti. Benden birkaç santim kısa olan, saçı sakalı birbirine karışmış orta yaşlı bir adam başını hafif araladığı kapıdan uzatmış bize bakıyordu.
"Kimsin?" diye sordu adam. Meraklı bakışları beni üstünkörü inceledikten sonra asıl muhatabına, Merih'e döndü.
"Merih Ateş."
Merih'in soyadını ilk duyuşumdu bu. Basit ama tesiri büyük bir soyadı vardı. Ateş.
"Mustafa, çekil de içeri geçsinler" dedi içeriden başka bir ses. Kaşlarımı çatıp Mustafa denen adamın küçücük bir aralık bıraktığı kapıdan içeriyi gözlemeye çalıştım. Çabamın bir sonuç vermesine müsaade etmeden adam kapıyı sonuna kadar açıp geçmemiz için geri çekildi.
Merih hareket etmem için belimdeki eliyle beni dürttüğünde tereddüt ederek kapıdan içeri adımımı attım. İçeri girdiğimizde demir kapı arkadan sertçe kapandı. Bu bende çıkışı olmayan bir labirente girmişiz gibi bir his bırakmıştı. Meraklı bakışlarım binanın içinde gezindi. Tepemizdeki, ameliyathanelerdekileri andıran aydınlatmadan yayılan zayıf beyaz ışık etraftaki nesneleri seçmem için yetersizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Cennet
Novela Juvenil"Haklısın. Bu şehir labirent gibi karmaşık ve çıkmaz sokaklarla dolu. Ama ben sende kayboldum Gece. Paramparça ruhunda... Göğüs kafesinin içinde yaralı bir kuş gibi çırpınan kalbinde..." Gece... Adı gibi renkleri soğuran kara gözlerin sahibi. Onarıl...