M'imsi.
Tam olarak dört gün boyunca Sehun dışında kimse ile ilişkiye girmemiştim. O kafe bar tuvaletinde yaptığımız seks sonrası bir kere bile ilişkiye girmemiştim. Kim Jongin ilişkiye girmemişti!
Huzursuzluğum ve rüyalarım artıyordu. Sonuçta seks ve benim aramdaki ilişkiyi bilirsiniz. Seks benim yaşam biçimimdir. Seks olmazsa hayat durur. Ya da iki ayrılamaz dostu ayırırsanız zorluk çekerler. Aynı o mantık, zorluk çekiyordum.
Ben de bu nedenle arabama bindim ve kafe bara sürdüm. Biraz alkol, seks ve şarkının yapamayacağı şey yoktu. Kafa dağıtmak için bu üçlü ilaç gibiydi. Tanrı aşkına, kendine reşit olduktan sonra dokunmayan birinden bu üçlüyü ayırmasını isteyemezdiniz.
Eğer seks duygusunu yaşamış olsaydınız kendinize de dokunmazdınız.
Öyle böyle derken bara geldim. Sakin bir şarkı çalıyordu. Hemen dolu masaları gözden geçirdim. Gözlerim dolu masaların etrafında dolanan garsonları taradı. Biraz daha detaylı baktıktan sonra onu gördüm. Bir masaya servis yapıyordu. Kimse ile diyaloga geçmiyordu ve yüzü asıktı. Tek kişinin bulunduğu masalardan birine oturdum.
"Kötü bir gün eh?" Karşımdaki oğlan kafasını kaldırıp gülümsedi ve elindeki bardağı bana doğru kaldırdı.
İnceledim.
Yüzü güzeldi, gözleri iri ve saçları kısaydı. Belli kötü bir gün geçiriyordu. Yüzü oldukça asıktı fakat demem lazım ki erkeksi biriydi. Ne kadar benim kadar olmasa da.
O yüzden ona erkeksi penguen diyecektim. Evet tam olarak erkeksi penguen.
"Güzel günler gelecek," dedi ve kaldırdığı bacağındaki içkiyi tek dikişte içti. Hangi içki olduğuna bakmadım. Çünkü biraz ileriye baktığımda erkeksi penguenin omzunun üzerinden dikkatle buraya bakan Sehun görünüyordu.
Sırıttım.
Gözlerimi erkeksi penguene dikip biraz bekledim. Elbette gelecekti ve ben de işte o zaman biraz konuşabilecektim.
"Ne içersin?" tok ve kısık bir ses duydum. Kimse ait olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyor gibi davrandım. Kendinden geçen erkeksi penguene bakıp daha sonra nazlana nazlana kafamı kaldırdım.
Çok hoş. Oldukça hoş.
"Tanışıyor muyuz?" Neydi onu bu kadar sinirli yapan? Bir mimiği dahi oynamamıştı. Gözlerini elindeki kağıda dikip ofladı.
"Ne istersin?"
"Bana ve..." bir anda duraksadım. Bir isim düşünmeliydim. Bir isim, bir isim, bir isim...
Buldum.
"...Jae'ye iki Martini." Bir şey demeden yanımdan ayrıldı. Elindeki kağıda bir şey bile yazmamıştı. Arkasını izledim. Tanrım şu an onu yatakta hayal edebiliyordum. Hem de yüzüstü dönük uyurken.
"Hey, ismin ne?" Önümdeki oğlanı biraz dürtüp sorduğumda boğuk bir inleme ile kolunu oynattı ve tepki vermeden uyumaya devam etti.
Kafamı ellerim arasına alıp şarkının değişmesi için bekledim. Bu sırada masanın sallanmasıyla hızla kafamı kaldırdım.
Dudaklarım yukarı kıvrıldı.
"Martini." Masaya tek bardağı koyunca, bileğinden tutup gitmesini engelledim. Gözlerini başka yöne çevirdi ve bileğini geri çekmeye çalıştı.
"Jae'ye de istemiştim."
"Onun adı Jae değil. Kyungsoo." Bir şey diyemedim. Sonuçta ismini sallamıştım ve ne olacağını hesaba katmamıştım. Erkeksi penguendi işte.
