Anonim: Hey
Anonim: Ben geldim.
Batuhan: Tüh
Batuhan: Şansa bak
Batuhan: Şimdi de ben gidiyorum.
artık bu kullanıcıya mesaj atamazsınız
Yüzümde hayret dolu bir gülümseme oluştu. Çocuk gibi engel atmıştı. Ah, ona kızamazdım. Sonuçta ben de ona engel atmıştım. Bir çocuk gibi.
"O ana tanık olamadığım için çok pişmanım. Keşke yanınızda olsaydım."
İkimiz de aynı anda İlayda'ya baktık. Boş konuşmaktan hiç usanmıyordu. "Tabi, sana da eğlence çıktı değil mi? O pislik beni aldatmış, senin derdine bak ya."dedi Burcu sinirle. İlayda gözlerini devirdi."Sadece kafanı dağıtmaya çalışıyordum. Unut şu Tamer'i."
Dün olanlardan sonra ne yapacağımı iyice düşünmüştüm. Aleyna'nın ihanetini Burcu'ya söyleyecektim çünkü bu ucuz entrika döngüsü midemi bulandırmaya başlamıştı. Ayrıca hiçbirine ihtiyacım yoktu, onları kullanmak için bu pis oyuna dahil olmayı düşünmek benlik değildi. Hırsıma yenilip bir an tüm bunları yapacağımı düşünsem de... Hayır. Yapmayacaktım.
"Aleyna nerede?"dedim gözlerimi kantin girişinden çekip."Bugün gelmeyecekmiş, migreni tutmuş yine."dedi İlayda. Başımı salladım. Küçük hanım birileriyle yüzleşmekten kaçıyordu tabi.
Gözlerimi tekrar kantin girişine çevirirken bir an çok yorgun hissettim. Aynı masada oturduğum insanlar, normalde yüzlerine bakmayacağım tipte boş zihinlere sahiptiler ve nefes aldığım ortamdan son derece rahatsızdım. Zihnimin karanlık sokağındaki sarhoş, cansız bir gülüşle bana baktı.
Bunu sen istedin.
Doğru. Bunu ben istemiştim. Şimdi sızlanmak manasız olurdu.
İçsel çatışmamın sesine kulak tıkayıp yerimden kalkarken "Ben sınıfa gidiyorum."dedim. Şu açıklamayı bile yapmak istemiyordum. İkisi de cevap vermedi. Yanlarından geçip gittiğim insanların çoğu baba parasıyla ukalalık taslayan, başkalarını ezen tiplerdi. Sırf bu riyakarlığa tahammülüm olmadığı için kendi başarımla oldukça iyi ve mütevazi bir liseyi kazanmıştım. Toprak'ın aksine ben babamın parasından faydalanmayı sevmiyordum. Fakat şimdi buradaydım.
Çünkü orada barınamadın.
Okul beni boğuyordu. Sınıfa gitmek yerine dördüncü kattaki kütüphaneye çıkmanın daha iyi bir fikir olacağını düşündüm. Üstelik okulu tam anlamıyla tanımıyordum. Asansörü çağırıp gelmesini beklerken sağlam diye kurduğum planların içlerindeki çürükleri nasıl temizleyeceğimi, her şeyi nasıl yoluna sokacağımı düşünüyordum. Kızlardan bıkmıştım. Omuzlarıma binen ağırlığın nedenini bulamasam da içimden bir ses bu okulda olmamam gerektiğini fısıldayıp duruyordu.
Asansörün kapısı açıldı, içi hayret verici bir şekilde boştu. Sanırım çoğu kişi bahçede ya da kantinde olduğu için binada pek öğrenci kalmamıştı. Dördüncü katın tuşuna basıp aynada sırtımı yasladım, asansörde çalan piyano sesi dişlerimi sıkmama neden olmuştu. İşte okuldan nefret etmem için bir neden daha.
Başım yerdeydi; siyah, topuklu botlarımın uçlarını sessizce inceliyor ve olabildiğince saçma sapan fikirlere kapılmamaya çalışıyordum. Ne olacaktı? İkinci günden bıkıp her şeyi bırakacak mıydım? Buna kaçmak denirdi.
Kaçmayacaktım.
Asansör durdu, yaslandığım aynaya dönüp bakmak zor geldiği için gücü çekilmiş ayaklarım koridora adımladı. Uzun, loş ve boş bir koridor. Sessizlik öylesine büyüktü ki bir an bu kata girmenin yasak olduğunu düşündüm. Kütüphaneyi arayan gözlerim karşılıklı kapıların üstündeki yazıları okuyordu, alan büyük olduğu için biraz gerilmiştim. Topuklunun tok sesi içimde yankılanıp duvarlara vururken çift kanatlı cam kapının yanındaki yazıyı gördüm, kütüphane burasıydı. İçeriye girmek için elimi kapının metal kulpuna atmışken bir ses duydum, dondum.
Gitar sesi.
Derinden, çok uzaktan gelen bir ninniyi andıran naif melodi, zihnimin kör kuyusuna düşen anılara halatlar uzatıyordu sanki. Gitar, aklıma O'nu düşürüyordu. Aldığım soluklar buz kesip kaburgama saplanacak sandım. Gözlerimi yumdum.
Sıyrıl.
Merak, boynuma geçirilmiş paslı bir tasmaydı ve beni sese gitmeye zorluyordu. Beni sürüklüyordu. Benden bağımsızlaşan adımlarım sesin geldiği yere, koridorun sonuna giderken bir yanım istediğimi göremeyeceğimi zaten biliyordu. O, burada değil. Biliyorum. Sus.
Gitarın güzel sesi artık daha yakından geliyordu. Sağda, en uçtaki kapının önünde durdum, soluklandım. Aptal. Soğuk elim kapının kulpuna gitti, yavaşça, duyulmaktan korkarcasına bir sessizlikle kapıyı araladım. İçerisi karanlık sayılabilecek kadar ışıksızdı. Sessizce bir adım daha attım, sesin kaynağını hala görememiştim çünkü kapının tam karşısında uzun metal raflar vardı ve rafların bir kısmı kutularla doluydu. Rafların arasından ileriye baktım, pencerelerden yalnız bir tanesinin kalın perdesi yarıya kadar açıktı, odayı aydınlatan tek ışık oradan geliyordu. Burası arşive benziyordu. Ya da bir depo.
Parmaklarım soğuk metal boyunca kayarken küçük adımlarım ileriye gidiyordu. Sonra durdum, onu görmüştüm.
Batuhan, gitar çalıyordu.
Ahşap taburede, yüzü kapalı pencereye dönük bir şekilde otururken parmakları uyuşuk ama akıcı hareketlerle tellerin üstünde hareket ediyordu. Durduğum yerden sadece yüzünün güneş vuran kısmını görüyordum. O değil.
Saklandığım rafın arkasında tozlu ve karanlık bir odada çaldığı tuhaf parçayı dinlerken onun doğru kişi olup olmadığını düşündüm. Kırılmış birini değil, kırmış birini seçtiğimi sanıyordum. Neden bu kadar kırılgan görünüyordu ki?
Bir süre sonra parmaklarının hareketi aniden kesildi, sessizlik nefesimi kesti. "Olmaman gereken yerlere giriyorsun."dedi gözlerini yerden çekmeden. Kalbim hızlandı."Bu iki oldu."diye devam etti tok sesle.
Dakikalardır onu izlediğimi biliyordu. Lanet. Hatalı olan ben değildim, o aşırı dikkatliydi. Senin daha dikkatli olman gerekiyor, aptal. Saklandığım köşeden çıkıp omzumu metal kitaplığa yasladım."Rahatsız etmek istememiştim."dedim sakince. Hiç sakin değildim, hiç.
Oturduğu yerde bana döndü, gözlerinden bir halt anlaşılmıyordu. Hayır, o tam aradığım kişiydi. Zordu. Olması gerektiği gibi."Ama rahatsız ettin."
Sessizliğin palazlanmasına izin vermedim. "Güzel çalıyorsun."
Tek kaşını kaldırdı. "Biliyorum."
Ukala.
Onunla yüzyüze konuşmak çok tuhaftı. Üstelik tozlu, karanlık bir odada başbaşa olmak... Sanki kendimi ifşa edecekmişim gibi hissediyordum. "Sesi duyunca merak ettim, bilseydim içeri girmezdim."diye boş bir açıklama yaptım sessizliği bozmak için.
Gözlerimin içine bakarken fazla ciddiydi, benden bile. Parmakları, gitarın pürüzsüz yüzeyine vurdu. Tak. Tak. Tak."Her neyse. Ben gideyim."dedim ruhsuzca. Ah, hayır. Sakin olamıyordum. Arkamı döndüm, o hala sessizdi.
"Sen," dedi bir anda. "Gitar çalmayı biliyor musun?"
Durdum.
Sorunun manasızlığını düşünmeden "Hayır."dedim ve ona döndüm."Neden sordun?"
Omuz silkti. "Öğrenmek ister misin?"
Amacı neydi?
"Bunları neden sorduğunu anlamıyorum."derken yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu sert çıkışımı beklemiyor olacak ki kaşları ilgiyle havalandı. Ardından gitarı duvara yaslayıp ayağa kalktı, bana geliyordu. Yutkundum. Kendinden emin tavrıyla aramızdaki mesafeyi kapatırken "Sadece merak."dedi.
Başımı çok anlamış gibi salladım.
"Gitarı dinlemek hoşuma gidiyor; elime almak değil."dedim. Batıyordum."Her neyse. Görüşürüz."
Ve gittim.
*
Ne yazdığıma dair bir fikrim yok, okursanız yorumunuzu belirtin.
Ve elbette, vote vote vote.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kukla
Teen FictionNazlı için hayat oldukça basitti. Bir kimliği vardı; aynada yansıması, dağınık ailesi, düzenli odası ve arkasında da kocaman yalnızlığı. Bir de Batuhan Ezgir vardı. Batuhan hepsinden daha karmaşıktı. ❆ 31.08.17