Arkadaşlar öncelikle bu kadar beklettiğim için üzgünüm. Böyle olsun istemezdim ama sizde takdir edersiniz ki okul hiçbirşeye fırsat vermiyor. Yazıp yazabileceğim en zorlu bölümle karşınızdayım. Yazım hatalarım eksiklerim mutlaka vardır.Bunun için şimdiden özür dilerim. Ama o kadar uzun zaman oldu ki artık bekletmemem gerektiğini anladım. Zaten bu sene kitabı bitirmeyi düşünüyorum. İki hafta sonra hiçbir şekilde bölüm bekletme gibi bir lüksüm olmayacak. Çok uzatmak gerçekten istemiyorum ama bu bölüm beni çok zorladı kitabı iki kere başa alıp okudum. Bu yüzden desteklerinizi esiregemezseni sevinirim. Güzel yorumlarınızı ve beklentilerinizi de yazabilirsiniz. Ayrıca güzel bir haber bir dahaki bölümü çok bekletmicem stok bölüm yaptım. Ama ne zaman atcağımı söylemicem çünkü o gün mutlaka paylaşamıyorum. Yeni olaylar var! Beklemede kalın.
Şuraya beni mahveden ağlatan şarkılar bırakıyorum. Şarkıyla okuyun daha etkili olacaktır.
Kaybedecek hiçbirşeyi kalmamış bir insanı atacağı adımın getireceği şey ölüm bile olsa korkutamazsınız. Ölüm yok oluş değil yeniden doğuş, bir kurtuluştur.
Ve bu raddeye gelip bu kelimeleri, cümleleri sarf edebilmek için ne ciğerler çürütüp ne acılar çekmiş ve ölmemiş olmanız gerekir.
Evet şaşırtıcı bir bilgi şuan bunları söylüyorum çünkü ölmedim. İşte ben tam ordayım. Ölümün beni korkutmadığı yerdeyim. Çünkü sevdiklerim ölüm dedikleri yerde. Ölüm bir yer mi?
Bir kişi mi?
Ölüm ne bilmiyorum. Ama benim sevdiklerim ölü! Sadece adını biliyorum.
Tanımı da hayatın bana öğrettiği kadarıyla;
ÖLÜM HASRET! YOKLUĞUN ORTASINDA VAR ETMEYİ TEMENNİ EDEN YOKLUĞU VAR EDENDİR. Bize ne deniyor.
Yaşıyor muymuşum ben!
Kime göre?
Neye göre?
Neden!?
Nefes almak yaşamaksa... Değil işte anladınız mı! Olmayacak da! Değişmiyor hiçbir şey bugün nasılsa yarın ondan beter olacak.
Hayat çok acımasız değil mi? Ben birinin bu kadar ağlamasına dayanamazdım. Hayat denen bir şey varsa neden benim bu halimi görmüyor? Gecenin bu saatinde beni bu uçurum kenarına getirebilen ayaklarımın günahı neydi? Yine bir sabahı annemin dizlerinde uyanmak yerine yokluğunun verdiği acıyla vurdum kendi kıyılarıma. Evet doğru yazdım. Kıyılarıma vurdum. Benim kıyım uçurum.
Bilmem kaç saat oturup uçurumda bin bir türlü seneryo yazıp, binlerce film çekip, finalinin gerçek hayata uyarlandığında pek hoş şeyler olmayacağına inandığım yerden günahkar ayaklarıma yüklenip yürüdüm. Dağ bayır orman demeden yürüdüm. Güneş yeni yeni mutlu insanlara ayacakken benim için uyku vakti geliyordu. Gündüzleri sevmem geceler derdimi körükler ama beni dinler. Gündüz öyle değil. Etrafımda milyonlarca gereksiz insan sesleri, dilinden anlamadığım kuş cıvıltıları, belki de ölüme son gaz yüklenilmiş araba tekerleklerinin zemine olan yakıcı o sesleri... Yani kısacası sizi dinleyecek kimse olmadığı gibi alay etmekten de kaçınmayanların zamanlarıdır. Gündüz yalancıdır! Her renk insanı toplar çatısının altına. Güneş kaybolduktan sonra yok olurlar çünki gerçekleri görmekten korkarlar. Gece tek renk. Ya siyahsın, yada siyah. Karar senindir. Gece... İsmi bile asil.
Çıplak ayakla şehrin merkezine kadar elimde spor ayakkabılarımla birlikte kanata kanata yürüdüm. Nefretimi esirgemediğim güneş yine öfkemi kazanmıştı ki acı sınırımı ölçercesine asfalta yapışan kanlı ayaklarımdan öcünü alıyor, yakıyordu. Yakın yerde gözlerime kestirdiğim okulun yakınlarındaki sahil kenarında olan banka doğru sızlaya sızlaya gidip oturdum.
Acıyı ilk yaşadığınız anda sıcağı sıcağına sizi yormadan acıtır. Bunu size yaşamadan şu şekilde anlatabilirim. Beni anlamanızı tabii ki de beklemiyorum. Bu yüzden hepinizin beni bu şekilde anlayacağına inanıyorum. Hepimiz bebeklikten bu yana mutlaka bir sürü hastalık geçirdik. İlaç tedavilerimiz oldu. İğne yemek zorunda kaldığımız b*ktan hallice günler oldu. Doktor reçetenize bir günde 3 kutu antibiyotik bitecek yazdı mı? Günde 15-20 iğne vurdular mı? Hayır. Neden biliyor musunuz? Tamam bunu biliyorsunuz bence. Evet, hı hı hiç uyanmayacağınız bir uykuya dalardınız.
Size küçük not: ölüm değil. Sadece hiç uyanmayacağınız bir uyku. Konumuza dönelim geri. Her ne kadar verilen ilaçlar iğneler sizi iyleştiriyor , ağrınızı kesiyor gibi hissettirse de anlıktır. Bir tarafınızı iyleştirsede bir tarafı çürütür yavaş yavaş. En ağırından. En sinsisinden. Anladınız mı şimdi? Ben bu kadar acıyı bir günde çekmedim ki ölmeyeyim diye. Kahpe kaderim çizmiş yine kaderimi kara kalemle simsiyah tuvale. Aldığım deniz havası hem beni ayıltıp, hem de uykumu iyiden iyiye dürtmüştü. Sahilin betondan duvarına oturmuş arkadaşlarıyla peçete satan küçük çocuğa seslenip bir peçete rica ettim. Yanında başka satıcı arkadaşlarıyla gülüşen tahminen 12-15 yaşlarındaki çocuk sesimi duyar duymaz yanıma geldi koşarak. "LAN O NASIL TAHMİN RÜZGÂR!" dediğinizi duyar gibiyim.
Bari bir tek bana yapsaydın şu kahpeliğini kader... Yine de mutluydu. Sokaktaydı, belki parası karnını yarı aç yarı tok bırakacak kadar vardı ama gülebiliyordu. Tek mutluluğu satacağı iki peçeteye bağlıydı.
Uzun süre içimden geçirdiğim bu satırları küçük çocuğun suratına bakarak düşünüyormuşum meğer. Bir şey almayacağımı düşünen çocuk morali bozuk şekilde arkasını dönüp gidecekken kolundan tuttum ve boynuna astığı tezgahın üzerindeki bütün peçeteleri alıp cebimden çıkardığım bir kaç 100'lüğü cebine sıkıştırdım. Belki inanamazsınız ama gözlerinin küçücük bebeğinin büyüdüğüne inanın şahit oldum.
Mutluluk bu kadar ucuzsa o para benim cebimdeyken beni neden mutlu etmedi. Sanki o kağıt parçaları cebime ağırlık yapıyordu. Birden boynuma yapışan minik kolların sahibi;
" teşekkür ederim abi. Aylardır annemin ilaçları için biriktirmeye çalıştığım parayı bana bir günde kazandırdın." ne söyledin sen öyle çocuk! Duyduğum şeyle kulaklarımdan giren ağrı gözlerime sel diye yağacakken tuttum. Yuttum. Sustum. Ve kollarımı bu sefer ben sardım küçük bedene. "Annene iyi bak küçük adam. Ve bundan sonra alınması gereken ilaçlar için aylarca paranı biriktirmeni beklemiyorsun. Çünkü burada senin sınavın sabrın değil, gücün. Sen beklesen de zaman beklemiyor. Her hafta bu gün yani... Cuma galiba bugün?"
"Çarşamba abi"
Günleri mi şaşırmıştım ben!? Şaşkın halim küçük çocuğun kıkırdamasın neden olmuştu, normal durumda beni çıldırtacak olan vaziyet şuanda gülüşüyle içimi ısıtmıştı.
"Peki o zaman ben yine de her cuma burada olacağım ve sen bana rapor vereceksin. Anlaştık mı?" hiçbir şey söylemeden masumca tebessüm eden çocuktan cevabımı alınca mutluluktan uça uça arkadaşların gidip, tahminimce güzel haberi veriyordu. Aldığım peçetelerle hala akan kanları, kurumuş kanlar için de bir paket peçeteyi çıkarıp deniz suyuna eğilip ıslatıp temizledim.
Biraz daha oturup yüzümü güneşe kafa tutarcasına yukarı kaldırıp gözlerimi kapattım. Tenimi yakması umurumda bile değildi. Dakikalarca başım göğe bakıyor ve gözlerim kapalı bir şekilde durduktan sonra sıkılıp okula gitmek için gözlerimi araladım. Spor ayakkabılarımı alıp giydikten sonra, karşıdan gelen tanıdık sima beni karmaşık duyguların içine fırlatmıştı istemeden. Belki de farkındaydı. Bilmiyorum ki. Sahi neydi şu yeni kızın ismi? Ballı birşeylerdi. Bana neyse?! Kötü tanışmıştık. Daha cezası var! İlk haftasını zehir zembereğe çevirmiştim bile. Neden mi? Çünkü Hülya'ya benziyordu. Benzememeliydi. Hülya tekti. Benim sevdiğim kızdı. Öldü ve bu kız çıkageldi. Belki bu onun suçu değil ama Hülya'ya karşı her ne kadar özlem duysamda ona karşı içimde zar zor batırdığım sinirim de var. Ve nu kızı her gördüğümde içimde ona zarar verme hissimi durduramıyorum. Önümden geçerken çok garip bakıyordu. Korkak, öfkeli, hırsla, merakla, ve daha birçok hissi barındırıdı bakış açısına göre ama ben gözlerinde nefreti görmedim. Gözleri kısa süreliğine oturduğum bankın üzerindeki kanlı peçetelere kaydı. Küçük çaplı bir şaşkınlıktan sonra önüne dönüp gitti. Bu neydi şimdi? Birini öldürdüğümü falan mı düşündü? Sarışınlar aptal olur aklıma o tepkiyi verecek başka bir ihtimal gelmiyordu. İçimdeki gereksiz merakı yok edip bir taksi çevirdikten sonra şoföre "ÖZEL KESEN KOLEJİNE" diye benim tabirimle rica ettim. Okul sahile yakın olduğu için 2 dakika sonra okuldaydım. Parayı ödeyip taksiden inip acıyla ayaklarımı yere koydum. Gözlerim etrafta tutunacak bir yer arıyordu bedenimi koltuktan inmeden önce. Ama yoktu. Tutunacak bir yerin olması için kapıya kadar yürümem gerekiyordu!!!
Has... Zorla ayaklarımın üzerine basıp taksiye tutundum. Kapıyı örttükten sonra aptal herif gaza yüklenip uzaklaşmıştı ve ben aptal gibi kalabalıkta gelene geçene bakıyordum. Koskoca okulun küçük veliahtı okuluna giremiyordu! Oklava yutmuş gibi ortada duruyordum resmen! Bir adım atsam yere kapaklanacaktım. Ve işin kötü yanı okula herkes girmişti. Gelen geçen üç beş ahmağa saçma salak cevap verip yolluyorum. Ve hiçbirini tanımıyorum. Gözlerim etrafta güvenilir birinin beni gelip buradan götürmesi için etrafa yalvarır bakış atarken köşeyi o kızın dönmesi tesadüf müydü şimdi!? SUPER GİRL, CHARLİE'NİN MELEĞİ yada TİNKER BELL falan mıydı bu kız! Neden her zor zamanımda ortaya çıkıyor! Belayı çekiyordu resmen. Tabii ki de yardım istemiyorum ondan. Ama o yine merakına yenik düşüp olaya muhakefet olacak her zaman yaptığı gibi!
Gözleri yere sabitli kara kara düşünerek yürüyordu. Sanırım okula yaklaştığını anlayınca başını kaldırır kaldırmaz gözlerine benim takılmam onun için pekde mutlu etmemiş olsa da umrumda bile değildi. Bakın şimdi yaklaşıyor...
Geliyor...
Son 3 adım...
2...
1...
Göz göze geldik...
Veeee...
Gitti!!! Lan kız yüzüme baktı gitti!!! Hiçbir şey söylemeden gitti!! Oradan bakılınca yardıma ihtiyacı olan biri gibi durmuyor muyum? Kolumdaki saate baktım. Saat 09.50!
Bu saatten sonra okula kimse gelmez ki. Tenefüse okulumdaki beyinsizlerin meraklı gözlerini üzerime toplamak zorunda kalmak istemiyordum. Mecburum! Allah kahretsin ki ona mecburum! Ona ihtiyacım var!
Gözlerimi öfkeyle kapatıp adını aklıma getirmeye çalıştım. Ama fazla vaktim yoktu.
Neydi...
Hmm...
Şşş...
Bal!! Bal"dı adı!!
"HEYY!! BAL!" O nasıl bir seslenişti lan!! Arkasını dönüp sesin sahibini arar gibi tip tip bakıyordu etrafa. Sanırım benden gelmeyeceğini anlamıştı. Tek elimi kaldırıp yanıma gelmesini istediğimi belli ettim. Koca yeşil gözlerini açıp bilmiş bir ifadeyle yanıma geliyordu. Ne diyecektim şimdi! "Burdan sınıfa kadar kollarımı omzuna atabilir miyim?" olmaz! Tabii olmaz aptal olma düşün! 2 gün!
2 gün önce "BU SÖYLEDİKLERİNİN HİÇBİRİ UMRUMDA DEĞİL. SEN BANA NE CEVABI VERECEKSEN ÇABUK VER! BURDA SENİN SAÇMA SÖZLERİNİ DİNLEYECEĞİME BİR AN ÖNCE CEZAMI ÇEKEYİM!" bak hele bak bak bak. Sözlere bak. Gel ben sana güzel bir vereyim cezanı. Bu büyük bir fırsat sakat ayaklarıma kadar gelmişken kaçırmamalıydım. Hem rica değil emrediyorum! Yapmak zorunda. Şaşkın bakışları gözlerimle buluştuğunda, "Ne var yine Allah'ın cezası" bakışları atıyordu. Ama dilinden dökülenler "1.si adım Bal değil Balın. 2.cisi ben neden senin ayağına geliyorum? İkimizin gideceği yer maalesef aynı sınıf değil mi? 3.sü ne var?" evet doğru tahmin ne var bakışları doğru ama eksik. Söylediklerine tek tek ciddiyetle cevap verecektim. "1.si adın umurumda değil. Bal, Balon, Balın benim için hepsi aynı kelime beni ilgilendiren biri olsaydın adını unutmazdım. Sonuç olarak seni çağırmamı bekliyormuşsun ki üzerine alınıp bakmışsın. 2.si geleceksin tabii ki. Yapman gereken bir şey varsa geleceksin. Aynı okul ve sınıfta olmaktan memnun değilsen , şuan okulun dışında olmamız müdür odasına bir uzay mesafesi uzaklıkta olduğumuz anlamına gelmez. 3.sü beni sınıfa kadar taşıyacaksın! Aldın mı cevabını Bal! Yada Balon!"
Beni sınıfa kadar taşıyacaksın mı?! Lan bu kız benim kolumdan tutsa altında kalır? Taşıması söz konusu bile değil. "Demek sırayla gidiyoruz. O zaman 1.si bana emir veremezsin. 2.si böyle bir şeyi rica da edemezsin. 3.sü yapmıyorum!" gözlerinin yeşilinden ateş fışkırıyordu.
"Sen bilirsin. 2. bir seçeneğinde var tabi. İstersen o seçeneği sunayım." onaylar bakışla devam etmemi istedi. "Arabamı tamir et! Mahvetmişsin tamirci nerden başlayacağını bilemedi. Git arabamı eski haline getir!". Yalan! Yalan! Yalan! Nereye kadar Rüzgar Alkın. Arabamın hiçbir şeyi yok sadece farlarlı patlamış, plakası seçilecek halde değil ve boyası mahvolmuş. Yani bir şeyi yok derken halledilebilir. Umarım bu teklifimi kabul etmez. Hem kabul etse de arabayı bir daha mı o hale getirecektim. Hay ben böyle işin her şeyini...!! Böyle bir teklif beklemiyordu. Aklı sıra cezasını araya kaynatacaktı. " bu mu yani cezan!" ne bekliyorsa? Beni öp falan mı diyecektim. Bu tüm kızlar için bir ödül. "Kabul etmen için 3 saniyen var." evet kabul etmesi için 3 saniyesi var, çünkü reddetmeyeceğine emindim.
"1...
2...
3..."Selam yine ben! Hikayenin sonundasın. Yazdığım en uzun bölüm bu o da kendimi affettirmek için bakalım Balın Rüzgar'a yardım edecek mi? Rüzgâr neden bu kadar kendinden emin? Bir dahaki bölümde Balın ile dertleşeceksiniz bunu bilin yeter. Yorum yaparsanız sevinirim ❤🌹💞💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYI: UÇURUM (DÜZENLENİYOR)
FanficBİR KÖRÜN GÜNEŞİ GÖZLERİNDE HİSSETTİĞİ GÜN UYANACAĞIM