Bu arena bir anda ortaya çıktığında kimse ne olduğuna anlam veremese de, sadece bir hafta sonra etrafında ki bariyer kalkmış ve her tonozda ki heykeller yere inerek aynı anda konuşmaya başlamıştı.
"Kazancın ve kaybın aynı anda yaşanacağı yer olan Savaş Arenası, Efendimiz tarafından sizler için yaratıldı. Sınıf elde etmek için en basit yer olan burası sadece bizim izin vereceğimiz kişiler tarafından girilebilir. Para kazanmak isteyen kişiler bu arenada ki görevleri tamamlayarak görev ödüllerine ulaşabilirler. Bu görevlere isteyen herkes girebilecek dahi olsa da, görevde ki başarısızlık tüm kazancınızı, yeteneklerinizi kaybetmenize neden olacağı için kendine güvenmeyen kişilerin girmemesi gerekir. Kararınızı verin. Güçlenmek için herşeyi riske mi atacaksınız? Yoksa basit hayatlarınıza devam mı edeceksiniz?''
Ve işte bu sayede yepyeni bir dönem başlamış oldu.
------------------------------------------------------------
Sadece bir ay içinde binlerce kişi Savaş Arenasına girmiş olsalar da, bunların sadece %1'lik kısmı başarılı olabilmişti. Sınıf kazanabilen tek bir kişi olmasa da, Avcıların ve eskiden Maceracılar olarak bilinen güruhun aylık kazançlarında muazzam bir artış bas göstermişti.
Ejderha Krallığının savaş gücü sadece ordusuna bağlı olmamaya başlamışken, halk dahi fırsat bulduklarında buraya giriyordu. Elbette hepsi en düşük görevleri alsalar da, bazen bunda dahi başarısız olmaları görevlerin ne kadar zor olduğunu gösteriyordu.
Sınıf elde etmek için yapılan başvurularda her gün geçtikçe azalma olsa da, bu durumun tam tersi olarak görev başvurularında gün geçtikçe gözle görülür bir şekilde başvuru artışı yaşanmaktaydı. Bizzat Leo'nun açtığı akademilerin öğrencileri ise Kraliçe Alice tarafından verilen emirle bu Arenaya gönderilmişti.
Arenada bulunan canavarlar o kadar zorluydu ki, krallıktaki en tecrübeli avcı dahi böyle bir yaratık gördüğünü hatırlamıyordu. Geceden oluşmuş gibi gölgeleri kullanan tuhaf yılanlar, aydınlıktan meydana gelmiş gibi gözüken ışık kartalları v.s.
Hepsinin kendi yetenekleri bulunurken ilk başta tek başlarına giren avcılar şimdi takım hatta ordu gibi girseler de, bir türlü bu canavarları yenememeleri onların güçsüzlüğünün belgesi haline gelmişti. Çoğu bu işin peşini bıraksa da, bir kısmı vardı ki her ne kadar yenilirlerse yenilsinler iyileştikleri anda yeniden bu bölgeye giriyorlardı. Bu bölge onların uzun zamandır sahip olmadığı duyguyu vermişti. Hırsı.
-----------------------------------------------------
Leo önündeki aynaya bakarken memnuniyetle kafasını salladı. Krallığındaki insanlar rehavete alışmışlardı ki, bundan dolayı Lu'yu onların başına göndermiş ve Savaş Arenası'nı yaratmıştı.
Lu oldukça vahşi bir kadındı. Hayatında ilgi duyacağı tek kadın o olmasına rağmen onun bu vahşiliğini çok iyi biliyordu. Bu dünyaya geldiğinde bile yaptığı katliamlar nedeniyle Ejderha Lordu tarafından zorlukla bastırılmıştı ki, Lu'nun o sıralarda sınıfı sadece savaşçıydı.
Fakat Leo onu kapalı eğitime aldıktan sonra gücü dehşet verici bir hızla artarken eğitiminde gösterdiği muazzam başarılar nedeniyle büyücü, avcı ve suikastçı sınıflarını da elde etmişti.
Aslında bunları Leo vermemişti. O sadece bu sınıfların ödül olduğu sınavları hazırlamıştı. Lu'nun sadece 3 ay içinde bu sınavların tamamını geçeceği aklının ucundan dahi geçmese de, işte görüntü ortadaydı. Kendisinden bile daha korkunç olan bir canavarı yaratmış gibi hissediyordu.
Hoş o bir kadındı. Doğuştan canavardı ama olsun.
----------------------------------------------------------------
Alice annesinin bu kadar katı olacağını hiç beklememişti. Ona göre babası bir canavardı. Hatta annesiyle ne zaman konuşsa bundan bir o kadar emin oluyordu. Fakat daha önce annesinin eğitimini hiç ama hiç görmediğini yeni fark ettiğinde aslında gerçek canavarın o olduğunu anlamıştı. Üstelik bu canavar oldukça kötüydü.
Çünkü babası aklına geldiği gibi davranıyordu. Kibirli, umursamaz ve her şeye gülen bir kişiydi. Onun yüzüne baktığınız anda karakterini öğrenebilirdiniz. Fakat annesi...
Buz gibi soğuk gözlerle etrafına bakarken, Alice onun bu soğukluğunu sadece iki kişiye bakarken yerine sıcaklık geldiğine şahit olmuştu. İlk olarak babasına bakarken gözleri ya öfkeyle parlıyordu ki, bu oldukça sık bir durumdu. Ya da kendisiyle konuşurken o soğukluğun yeri sıcaklık alıyordu.
Alice onların kanından olmasa da, ne babası ne de annesi bu durumu sorun ediyordu. Bunu onlara sorduklarında ise ikisi de aynı cevabı vermişti.
''Kan bağı önemsizdir. Önemli olan duygulardır.''
deyip kalbine dokunarak söyledikleri bu söz onu çok etkilemişti.
Annesi oldukça güzeldi. Hemde çok ama çok güzeldi. Hayatında belki de ilk defa gördüğü pembe saçları çok hoştu. Sanki her zaman böyleymiş gibi tek bir teli bile başka yöne bakmadan dümdüz aşağıya inerken, masmavi gözleri de aynı şekilde onu çok etkiliyordu. Fakat eğitimde...
Onun eğitimini izlerken kendi şansına şükretmeyi unutmamıştı. Babası katı olsa da, insaflıydı. Fakat annesi bırakın tek bir nefesi yanlış almayı, tek bir mimiği bile yanlış yapan olursa anında ölümün kıyısına bizzat kendisi getiriyordu. Üstelik bu olaylar o kadar sık oluyordu ki, şifacıların gelişimi neredeyse askerlerle aynı düzeye gelmişti.
''Yüce Kraliçe geldi!''
diyen nöbetçi ile Alice bir anda düşüncelerinden çıkarken, annesi kapıdan içeriye zarifçe girerken yüzünde muhteşem bir gülümseme vardı ki, bu Alice'in gerilmesine neden oldu. Çünkü bu gülümsemeyi çok iyi biliyordu. Babasının gülümsemesinin tıpkısıydı.
''Eğitimine başlama vaktin geldi.''
diyen annesi karşısında yutkunan Alice, o kadar güce hükmetmesine, o kadar sinsi planlar kurmasına rağmen şimdi küçücük bir kız haline gelmişti. Hem de sadece bir cümle ile...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elçi 3 (TAMAMLANDI!)
FantasíaElçi 1-2'nin devam kitabıdır. Kör Büyücü, Hain Prens ve Elçi olarak bilinen Leo Clast'ın yeni evrenindeki maceraları ile karşınızdayım. Kapak Tasarımı: @MehmetAliCetin1648