"Sana söyle dedim!"
Kahretsin, bu küçük simsiyah odada kaçıncı saatim bilmiyordum ama alnımdan akan ter ve kan karışımı sıvı üstümde kururken 'Bilmiyorum ben bir şey!' demekten yorulmuştum ve yediğim dayak da cabasıydı. Önümde zorla açtığım gözlerimi alan yüzüme çevrilmiş tepe lambası gibi olan tek ışık kaynağı, yaydığı ısıyla beni terletiyordu.
Burada gözümü açmıştım ve illegal bir örgüt tarafından ya da mafya tarzı tehlikeli bir çete tarafından kaçırıldım mı bilmiyordum ama şifreli konuşan ve bana dayak atmaktan başa bir şey yapmayan sesi ince ama yumrukları sert olan adamın suratına doğru bakmaya devam ettim.
Halim kalmamıştı ve canım acıyordu.
Birden kapının açılmasıyla yüzünde siyah maske olmasına rağmen çiçekçide bayılmadan önce gördüğüm yaralı yüz, koşmuş gibi derin derin nefesler alırken önce elleri bağlı sandalyede öylece halsiz düşmüş bana, daha sonra ise bana saçma sorular soran adama çevirmişti yüzünü.
"Şerefsiz seni! Ben demedim mi, o bir ajan değil sorguya almayın diye! Bir ilgisi yok onun sadece tanık oldu ve öylece bırakamadık deşifre olduğumuz için!"
Sinirle adamı göğsünden ittikten sonra bana hiç bakmadan küçük masadaki dosyayı eline aldı ve hızla okurken sayfaları yırtarcasına çevirmeye başladı. Bitince sakin olmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve sanki o sayfaları yırtarcasına çeviren o değilmiş gibi sakince konuşmaya başladı.
Tanrım, mimiklerini kontrol yeteneği beni dehşete düşürmüştü.
"Ne olduğunu bile bilmediğimiz bir çocuğu buraya getirdin! Ne amacı olduğunu nereden bilelim!" Çocuk terli alnını silerken gözlerini büyüterek konuşuyordu.
"Her şey burada yazıyor işte. Ne diye dayak attın Seo? Park Jimin, üniversite mezunu, çiçekçi dükkanında çalışan aptal bir çocuk işte! Neyi öğrenme çabasındasın!"
Yavaş adımlarla onun üstüne yürürken neyin içine düştüğümü sorguluyordum. Yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra Seo diye kükreğidi adam, bir şey demeden bu küçük odadan çıkmıştı.
Ellerimdeki ipleri çözerken çatılmış biçimli kaşları ve beyaz tenindeki morluklar ilk dikkatimi çeken şeylerdi. Cebinden çıkardığı mendilli kanayan kaşıma bastırınca acıyla kasılmıştım ama o takmayarak alnımdaki teri de silip beni kolumdan tutmuş ve ayağa kaldırarak küçük odadan çıkarmıştı.
Uzun koridor boyunca giderken kolumdaki eli, bir grup lacivert üniformalı genci görünce sıkılaşmıştı. Gülerek bana bakarlarken içlerinden biri konuştu.
"Elini kolunu sallayarak buraya bu çocuğu soktuğun için ve minik bir işi eline yüzüne bulaştırdığın için Yoonji de sen de, Şef Namjoon'un elinden kurtulamayacaksın."
Yoongi hiç tepki vermeden beni geniş ve bordo deri koltuklu kasvet kokan bir odaya sokmuştu. Maskesini çıkarıp masanın üstüne fırlatırken saçlarını sinirle karıştırmış ve damarları belli olan elleriyle yüzünü sıvazlamıştı.
Ben ise sessizce koltuğa oturup olduğum yerde küçücük kalmıştım çünkü her an patlayacak bir bomba gibi duruyordu. Bu beni oldukça gererken kapının birden açılmasıyla yerimde sıçramıştım.
"Yoongi! Şef bizi saksıya çiçek diye dikip sulamak yerine üstümüze işeyecek! Adım seslerini duyuyor musun? Buraya geliyor ve bu çiçek çocuk yüzünden öldürecek bizi! Bak ikiz seni sevmiyor gibi davranıyorum ama sana yemin ederim seni çok seviyor-"
Nefes almadan konuşan kız, Yoongi'nin onun ağzını kapatması sonucu susmuştu ama derin derin nefesler alıyordu. Uzun siyah saçlarını eliyle toplarken Yoongi'nin beline takılı plastik kelepçelerden birini alıp saçlarını topuz yaptı ve kelepçeyi tokaymış gibi tutturdu. Yoongi de buna alışmış gibi takmadan odada volta atmaya başladı.
"Ben halledeceğim, Yoonji." Kararlı bir ifadeyle yüzünde tek mimik olmadan mini buzdolabından çıkardığı içki şişesini kristal bardağa döküyordu.
"Ağır bir ceza bizi bekliyor. Bir ay kadar yeni göreve çıkamayacağız o kesin zaten!" Kız telaşla konuşurken Yoongi yudumladığı bardağı elinde çevirip oynamaya başladı. Birden göz göze geldik. Bakışları o kadar ağırdı ki bir an altında ezildiğimi hissetmiştim.
"Geliyor, çeki düzen ver kendine." Yoongi gayet sakin konuşup telaşlı kızı uyarmıştı. Kız ise anında sakinleşip yönünü kapıya dönmüştü.
Kapı büyük bir gürültüyle aralandığı an içeriye uzun boylu, sarı saçları özenle taranıp arkaya yatırılmış ve esmer tenli olmasına rağmen boynunda belirginleşen damarları rahatlıkla seçilen adam, önünde hazır ola geçmiş iki kişiye öldürecekmiş gibi bakıyordu. Arkasında, biri sağında diğeri solunda olan iki çocuk salak saçma hareketler yaparak Yoongi'yi uyarıyor gibiydi.
"Siz ikiniz! 003 ve 004!Neyin nesi bu!" Beni gösterirken adeta kükreyerek Yoongi'nin suratına bakıyordu.
"Şef, deşifre olduğumuz için öylece bırakamazdık." Sakin ve ifadesiz bir tonda kurduğu cümle ile şef dedikleri adam sanki daha da sinirlenebilirmiş gibi derin nefesler almaya başladı.
"Seni işe yaramaz herif! Neden deşifre oldunuz peki? Bu kadar küçük bir görevi size kolay kaçacak diye vermemeyi düşünürken siz elinize yüzünüze bulaştırdınız!" Adam adeta püskürürken Yoongi'nin yumruklarını sıktığını gördüm.
"Şef, bize kolay görev yoktur diye söyleyen sizdiniz. Ayrıca ben de insanım ve bu gittiğim salak çiçekçiden önce gece operasyonundaydım ve bitik durumdayım! Yoruluyorum ve uykusuzluğum yüzünden özür dilerim, benim hatamdı. Yoonji,her hangi bir polis birimine haber vermeden o etkisiz hale getirdi çocuğu." Yoonji'nin kolundan tutup kendi tarafına çekerken devam etti.
"Bütün suç benim. Cezayı belirlemenizi bekleyeceğim."
Sarı saçlı esmer adam, arkada Yoongi'ye yapmaması gerektiğini söyleyen ve komik görünen ikiliye birden dönünce ikisi de ilgilenmiyormuş gibi kafalarını eğip yere bakmaya başladılar. Ben ise bu komik hareket karşısında hafifçe kıkırdamıştım.
Birden ortam sessizleşince ellerimi ağzıma geç de olsa bastırdım. Tanrım, herkes bana değişik değişik bakarken kucağımda oynadığım elime bakmaya devam etmiştim.
"On dakika sonra beni gör." Şef bunu söyledikten sonra elini üniforma ceketine atıp bir kurşun çıkarmış ve sertçe orta sehpanın üstüne bırakmıştı. Yoongi'nin omzuna çarpıp odadan çıkarken Yoongi kurşunu alıp eceleci ve sinirli hareketlerle belinden çıkardığı silahın şarjörünü boşaltıp altın rengi kurşunu yerleştiriyordu.
Komik hareketler yapan çocuklardan biri, yumuşak olduğunu düşündüğüm sarı saçlarını geriye atarak tatlı görüntüsünün aksine kalın sesiyle konuşmuştu.
"Hey hyung, ne yapıyorsun? Altın kurşun mu kullanacaksın gerçekten?" Aslında ben de sarışının sorduğunu soracaktım ama uzun bir süre ağzımı açacak gibi değildim. Zaten buraya geldiğimden beri şoktan dolayı konuşamamıştım. Sorgulayamıyordum bile bir şeyleri.
"Sence ne yapıyor gibiyim, Taehyung? Çiçekçide çoktan halletmem gerekirdi. Bu olay o kadar büyümemeliydi." Yoongi şarjörü silaha yerleştirdikten sonra emniyeti açarken kahverengi saçlı ön dişleri diğer dişlerine fark atmış çocuk birden bileğinden tuttu.
"Saçmalama, hyung. Yapma böyle bir şey." Kokuyla gözleri genişlemişken Yoongi birden silahı ona doğrultup sesini yüksetmişti.
"Kes sesini, Jungkook." O kadar sert bir tonlamayla söylemişti ki çocuk iki üç adım gerilemek zorunda kalmıştı. Burnundan soluyan yüzü yaralı beyaz tenli çocuk, susturucu parçasını hızla taktıktan sonra birden keskin bakışlarla bana bakmıştı.
Ama anlamadığım, neden şefin bıraktığı altın renkli kurşunu yerleştirdiği silah bana doğru dönüktü?
x
ŞİMDİ OKUDUĞUN
smeraldo | yoonmin
Fanfiction"Smeraldo, çiçek açacak. Ruhumda ya da toprakta, kim bilir belki de alevlerin arasında." x [taekook + namjin]