günün hangi saatinde okuyorsanız, geceniz ya da sabahınız, akşamınız ya da öğleniniz güzel geçsin
§
Yeni yeni yükselen güneşten mi, uykusuzluktan mı yoksa yanımda duran adamın saçtığı ışıktan mı bilmiyordum ancak gözlerim yanıyordu. Saat kaçtı bilmiyordum. Fakat normalde bu saatlerde aniden kapıldığım yorgunluk bugün, kanıma karışan bir aşk heyecanı dolayısıyla dağılmış, hatta hiç var olmamıştı. Her şey olağanüstüydü. Daha önce pencereden izlediğim gökyüzünün o pembemsi ışıkları suyun üstünden çok uzaklarda tertemiz bir şekilde görülüyordu, araya karışan açık bir mavi ve ikisini birleştiren hafif mor o kadar sakinleştirici bir tablo çizmişti ki gökyüzüne, hayran olmadan edemezdiniz. Bir de bu tablonun yanında, karşımda kara bir mücevher gibi pürüzsüz ve sessizce uzanan deniz kadar dingin, binlerce tutkunun kıvılcımlanmasını sağlayacak kadar eşsiz bir adam tam dibimdeydi. Sonsuz bir huzurluluk her yanımı kaplamıştı, ne derdim ne de tasam vardı sanki. Kendi kendime gülümsemeden edemediğim sırada sağ tarafımdan, o aşka düşmeme sebep olan ses yükseldi.
"Neden gülümsüyorsun?" Sorusu çok içten sorulmuştu, kadife ses tonuna yansıyordu bu. O kadar samimi gelmişti ki, bir an gülümsediğim için çok mutlu oldu sanmıştım.
"Mutlu hissediyorum da ondan." Diye sessizce bırakıverdim sözcükleri. Ama mutluluğum o sessizlikte bile belli olmuştu.
İç çekişini işittiğimde gözlerimi kapatıvermiştim. Soluğuna karışan o en küçük zerrelerin bile benden şanslı oluşu gerçeği beynimde yankılanmıştı. Tanrım, dedim, neden ferah bir deniz havası bile benden şanslı?
Ondan önce düşünürken yorulurdum. Her yeni düşünce, zor geçiren bir elekten damla damla akarcasına zihnimin derinlerine yavaşça ulaşırdı ve ben bundan keyif almazdım. Gelgelelim hayatımdan karamsarlık bir kez bile eksik olmadığı için düşünmeden de edemezdim. Fakat o, bu dert çukuru hayatıma girdiği ilk andan beri ben onun güzelliğini düşünmekten ölesiye haz duyuyordum. Düşmüş olduğum ve kurtulmak istemediğim sesini, büyük ve tüm evreni barındıran yıldızlı gözlerini, sevimli burnunu, ona düz olmasına rağmen tatlı bir mizaç katan kaşlarını, kadifemsi ama yine de nemli olan çilek dudaklarını, inci dişlerini, bütünüyle güzel olan o yüzünü ama en önemlisi hiç kimsede var olamayacak olan, o biricik ruhunu düşünmek çok keyif vericiydi. Varsın o yorsun zihnimi, şikayet duymayacaktım.
"Geldiğimizden beri ve hatta o gün konferansta böyle düşüncelere dalıp gittiğin birkaç anı yakaladım. Zihninde neler döndüğünü merak ettiriyorsun." dedi.
Gülümsemem hala silinmemişti. "Zihnimde dönen şey çok güzel, ama o benim gizli mutluluğum. Paylaşmazsam kızar mısın?"
"Asla kızmam. Bilmesem de olur, seni mutlu ettiğini bilmem yeterli."
Tam o anda telefonu çaldığında elini cebine götürürken ben üzerimdeki aptallığı atmaya çalışıyordum. Bana neler yapıyordu? Telefonu cevaplayarak kulağına götürdüğünde yüz ifadelerini seyre koyuldum. Karşı taraftan ses gelmemiş gibi duruyordu çünkü halâ bekliyordu.
"Jimin? Orada mısın?"
Jimin. Park Jimin miydi? Çarpıştığımız gece radyoyu aradığımda telefonu açan. Ufak çaplı bir gerginlik hissettiğimde bakışlarımı zorla da olsa tatlı yüzünden çekmek zorunda kaldım. Biraz utanmıştım, ne yapabilirdim? Açığa çıkacağım diye ölesiye korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
radio frequency :: taekook
Fanfiction"iyi geceler, DB FM dinleyicileri. ben v, bu gecenin son şarkısı jeon jungkook tarafından bana ithaf edilmiş."