Sanki dip dibe değilmişiz gibi, burnundan soluduğu hafif nefeslerini hissetmiyormuşum gibi, parmağım tatlı parmağına dokunmuyormuş gibi bakışlarımı kaçırdım. Yolun sonuna geldiğimi biliyordum ve asla kaçamazdım. Kaçmamam gerekiyordu zaten.
Aramızdaki görülmeyen etkileşimlerin verdiği his kaçınılmaz derecede beni ateşlere atıyordu. Kalbim bu kadarını nasıl kaldırıyordu bilmiyordum.
"Evet," dedim utana sıkıla. "Jeon Jungkook." Neredeyse tiksiniyordum bunu söylerken.
Akarcasına hareket eden aşırı parlak ve büyük gözlerindeki çekingen ve şaşkın ilgiyi yakalayabilmiştim; gözlerimi tekrar yüzüne çevirdiğimde yüzünde beliren, ama saliseler içinde geri sildiği minik hevesli tebessümünü gördüm. Buna sevinmiş gibiydi adeta. O benim gerçekte kim olduğuma ciddi anlamda sevinmişti.
Ciddileşmeye çalışıp yüzünü dümdüz bir hale bürüdü anında. "Neyse, baban nasılmış?"
Bu küçük çocuk ruhlu adamı, hayallerini yutup, onları içinde tutarken hevesle beklediği sonun gelmesini gözlüyormuş şekilde gördüğümde iç çektim. Yüzüme bir tebessüm konduğundan haberim hiç olmadı. Jeon Jungkook, namı diğer rezilliğine doymayan, yalancılığından hayatını devam ettirme gücünü kendinde bulamayan adam olmama sevinmiş gibi durması beni şaşkınlığa düşürmüştü. O, sanki hiç yalan söylememişim, onu kandırmamışım gibi sadece ona aşık olan kısmımı fark ettiği için mutlu olmuştu. Barizdi. Ve bu beni kendisine yeniden tutkuyla hayran bırakmıştı. Hatamı görmezden gelecek kadar anlayışlı, hassas biriydi o.
Ve tüm bunları geride bırakacak olursak, yüzüme içindeki kırılmışlığı kusmak yerine babamın halini sormayı tercih etmişti. O çok iyi biriydi, gerçekten çok iyi biriydi.
Tebessümümü ve cevap vermediğimi fark ettiğinde gözlerimin en içine doğru baktı.
"Neden böyle gülümsüyorsun?" dedi gözlerini ve uzun kirpiklerini kırpıştırarak. Sessiz olmaya çabalıyordu sanki, neden bilmiyorum, ben de sessizce onu bir soruyla yanıtladım.
"Nasıl gülümsüyorum?" Bakışlarım biçimli yüzünün her noktasına değiyordu, fakat en çok parlak irislerinde takılı kalmayı sevmişlerdi. Saniyeler bana yıllar gibi geliyordu bu büyülü anda.
"Böyle...hayata yeni gözlerini açmış gibisin. Güzel bir şeymişim gibi. Bakışlarının derinliği içimi bir boşluğa sürükledi."
Nefesimi kesti. Sesi, özenle seçtiği nadide sözcükleri, onu söylerken bana doğru yayılan çiçeksi rahiyası, gözlerimin en derininde bir şey arar gibi attığı bakışlar, anlatılamaz güzelliği soluğumun boğazımda takılıp kalmasına yetti. "Güzelsin zaten." Bir müddet bekledim.
"Taehyung," Yaşamak için derin bir nefes çektim ciğerlerime. "sen çok iyi birisin." Yüzümdeki tebessüm, ruhumdaki tüm duyguları içine alarak genişledi; bir gülümsemeye dönüştü. Ben de onun gözlerinin en içine bakıyordum. Kalbim sıkışıyordu olduğu yerde, zevkle can çekişiyordu güzelliği karşısında ama umursamadım. Onu seyre dalma keyfimi herhangi bir his kesemezdi.
Özellikle utancın ve acının aksine şu anda her noktamda aşkı hissediyor olmam tamamen onun yüzündendi.
"Jungkook, sen de çok iyi biri olabilirsin." dedi naif ve solgun, ama nasıl olduğunu bilmediğim şekilde az önceki kelimeme tezat düşerek canlı bir bakış attı bana. "Ki öylesin zaten. Kendini kötü biri sanma. Olduğun kişi gibi davran yeter."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
radio frequency :: taekook
Fanfiction"iyi geceler, DB FM dinleyicileri. ben v, bu gecenin son şarkısı jeon jungkook tarafından bana ithaf edilmiş."