Birkaç tıkırtı. Ardından küçük bir iç çekiş ve sessiz, hafif adımlar. Bunları usul usul uzaktan ve boğuk biçimde işitirken gözlerimin üzerinde bir ağırlık vardı her sabah olduğu gibi. Ardından daha göz kapaklarımı aralamadan esnedim. Uyanmayı sevmiyordum -kim sever ki- ama hiç yorgun hissetmiyordum uzun süreden sonra. Ayrıca göğsümün üzerinde fiziksel bir ağırlık vardı.
Kaşlarımı çatarak gözlerimi aniden açtım merakla. Gördüğüm şey daha günümün ilk saniyelerinde kalbimi sıkıştırmıştı. Uzanan bedenimin üzerine ince bir örtü gibi, yerine yerleşmiş bir kar tabakası gibi uzanmıştı. Sağ taraftaki büyük camdan vuran sabah güneşinin parlak ışıkları tenini okşuyor, onu ışıl ışıl yapıyordu. Nefesim bir mumun, zayıf bir havayla dalgalanması gibi titredi. Güzelliği saygı duyulacak cinstendi. Uykunun o yumuşak donukluğunda bile çehresi tüm eşsiz diriliğini koruyordu. En duygusuz gönül dahi olsa güzelliği karşısında eğilirdi. Anın büyüsüne çoktan kapılmıştım. Az önceki sesler de muhtemelen hyunglardan birine aitti.
Tam yanımda duran sağ kolumu havaya kaldırıp sakince yüzüne yaklaştırdım elimi. Hiçbirimize tek nefeslik dahi ikinci bir yaşam verilmeyecekti, tadını çıkarmalı ve çekinmemeliydim. Ayrıca üzerimde bu kadar narin uyurken onu sevmemek ayıp olurdu, değil mi? Parmaklarımın tersini kadife bir kumaş kadar pürüzsüz tenine değdirdim. Yanağı oldukça yumuşak ve hoş bir hisse sahipti. Göğüs kafesimin altında, kalbimde, tüm aşkımın tutkulu ateşi alev alev yanıyordu. Kaydırdım parmaklarımı teninde, tüm masumluğunu güzelliğine kata kata sevdim onu.
Gözleri aralandı. Utanmamıştım, yakalanmış gibi de hissetmiyordum, bu yüzden çekmedim elimi. Birkaç kez kırpıştırdı gözlerini, ardından bakışları odada gezindikten sonra esneyip ağzını şapırdatmış, aniden bana bakmıştı. "Jungkook?" Sesi olduğundan daha derin ve hışırtılıydı. Tam bir sabah sesiydi.
Elimi son kez yanağında gezdirip içli bir nefes verdikten sonra gülümsedim uykulu bir şekilde. "Günaydın Tae." Benim sesimin de pek farkı yoktu.
Sonra hayatımın en güzel günaydınını aldım. "Günaydın Kookie~" Tebessüm edip burnunu göğsüme sürttü ve kucağımda doğruldu. Ne ara bu hale gelmiştik? Ya da daha önemlisi, ne ara bu yakınlığımızı garipsemeyecek seviyeye gelmiştik?
Dağınık saçlarından elini geçirip bir kez daha esnediğinde ben de kendimi tutamayarak esnemiştim. En son Taehyung'un stüdyodaki kendine ait olan odasında, büyük koltukta o omzumdayken film izliyorduk, zaten burada kalacaktım. Fakat hiç böyle uyanmayı düşlememiştim. Ki bu düşten bile daha güzeldi.
Ellerini yumruk yaparak gözlerini oyarcasına kaşırken pembe alt dudağı da hafiften bükülmüştü ve ben kalbimin bir kez daha sıkıştığını hissettim. Ama aşırı sevimli olduğundan kendimi tutamadım ve o hala kucağımdayken kontrolsüzce doğruldum.
Şimdi dip dibeydik, bacakları iki yanımdan koltuğa uzanmıştı ve elleri refleksle kollarıma tutunmuştu. Güzel bir sabahtı.
Yüzünü ilk defa bu kadar yakından görürken yutkundum. Neden her seferinde böyle nefes kesici olmasına şaşırıyordum bilmiyordum. Onun gözleri de benim yüzümde geziniyordu. Sanki bakışlarımızla birbirimizin çehresinin her bir yanına bir tüy kadar hafif ancak bir alev kadar sıcak öpücükler konduruyorduk.
O sırada kapı tıklatıldığında aniden geri çekildi ve ayağa kalktı. Ben de oturur vaziyette koltukta kalmıştım. Sanki basılmıştık yahu, hemen de kaçmıştı.
"Taehyungie?" Mark hyung'un sesiydi. "Müsait misin?" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak ben de ayağa kalktım ve duvardaki geniş, temiz aynadan halime baktım. Ben saçlarımı düzeltirken Taehyung da ciddi anlamda basılmışız gibi koltuktaki yastıkları düzeltirken yanıtladı. "Müsaitim- aman müsaitiz hyung!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
radio frequency :: taekook
Fanfiction"iyi geceler, DB FM dinleyicileri. ben v, bu gecenin son şarkısı jeon jungkook tarafından bana ithaf edilmiş."