"Jungkook, uyan artık. Ne olur." Derinlerden işittiğim, endişe tınıları saklı sesle gözlerimi yavaşça açarken nerede olduğumu algılamam uzun sürmedi. Burası evimizdi. "Yugyeom! Uyandı, su getir çabuk." Alnımda hissettiğim ince baskının sahibi olan eli iterek başımdaki keskin ağrı ile doğruldum. Gözlerim yeni uyandığımdan dolayı bulanık, çektiğim acıdan da biraz kısıktı. İki elimin de parmakları şakaklarımı ovarken gözlerimi yeniden kapatttım. Kupkuru olduklarını fark ettiğim dudaklarımı ıslatma ihtiyacında bulunmuştum. Sessizce mırıldandım. "Hyung, bana ne oldu?"
"Hoseok bara girerken seni görmüş, giriş koridorunda yatıyormuşsun. Hemen bizi aradı. Çok korktuk, iyi misin?"
Gözlerimin aniden açılma sebebi kesinlikle sadece şaşkınlıktan değildi. Beynime birer birer dolan anılarla, utangaçlığın verdiği his her yerimi sarmıştı. Ben gerçekten aklıma dolan bu şeyleri yapmış olamazdım, değil mi?
"Jungkook, iyi misin dedim?" Gözlerimin önünde sallanan bir elle yanımdaki yastığı kavrayarak yüzüme bastırdım. Yanaklarıma dolan kanla birlikte ısındığımı fark ettim. "Hay böyle işin...ben..." Konuşamaz bir hale düştüğüm an gözlerimdeki sızıyla, dolmaya başladıklarını hissetmiştim. Kendimden utanmış, dünya üzerimdeki varlığımı bir silgiyle siler gibi ortadan kaldırmak istemiştim. Yüzümdeki yastık indirilirken itiraz edecek gücü kendimde bulamadım. Ne başımdaki bu öldürücü ağrı, ne de boğazımda tadını aldığım kusmuk kokusu umurumda değildi, ağlamak istemiştim. "Al şu suyu iç." Yugyeom sıkıntı dolu bir mırıldanma ile bardağı parmaklarım arasına sıkıştırdığında, tutuşumun titrek olduğunu fark eden yalnızca ben değildim. Jin hyung suyu içmemde bana yardımcı olmuştu.
Yuttuktan sonra oturduğum yerde küçülmüş, kendi dünyamda çalan depresif bir indie şarkısı ile gözyaşımın gözümden düşmesine tanık oldum. "Lütfen," Dedim sessizce. "Bana onu aradığımı söylemeyin."
"Kimi? Bir şeyden haberimiz yok, sadece seni bu şekilde bulup eve getirdik. Duvarın dibinde kendini bırakmış şekilde uyuyordun." Yugyeom koltuğun sapına yerleşerek bana baktığında gözlerimi hafif bir hareketle yavaşça kapattım. Beynimin her bir kıvrımı, diğer işlevlerini boşvermiş; sarhoş olduğum için hatırlamamam gereken şeyleri bana işkence etmek ister gibi gözlerimin önüne getiriyordu. Ben kendimi hayal kırıklığına uğratmıştım.
Böyle olmaması gerekiyordu, ben böyle planmamıştım ki. Onun karşısına en isteyeceği halimde çıkıp, onunla baştan tanışacaktım. Tam adımı bile söylediğimi hatırlıyordum, kendime o kadar çok kızmıştım ki; şu anda yalnızca olağanüstü bir zekaya sahip olup zaman makinası icat etmek ve zamanda geri giderek o anı silmek istiyordum. "Jungkook, dinliyor musun bizi?"
"Sarhoşken Taehyung'un yayınını aradım ve bir ton saçmaladım." Dişlerimi sıkarak yumruğumu dizime vururken sıkıntıyla olduğum yere gömülmüş haldeydim.
"Ne dedin ki?" diyen Yugyeom'un yüzüne boş boş bakarken dayanamayacağımı fark etmiştim. Sahiden yok olmak istiyordum. Hırsla ayağa kalkmıştım.
"Yalnız kalmam gerekiyor. Sonra anlatırım." Ellerimin tersi ile gözlerim sildikten sonra hızlı adımlarımı odama yönlendirdim. Tek istediğim en azından birkaç saat yalnız kalıp, anıların acı vericiliğini atabilmekti.
§
{bir hafta sonra}Ben aşıktım. Ve kendimce, kendime bir hata etmiştim. Ona ve belki de binlerce kişiye kendimi rezil etmiş, çocuk gibi ağlayarak kendimi küçük düşürmüştüm. Normal bir konu olsa bunun hakkında çok düşünmezdim bile, çünkü insanlarla çok iyi bir iletişime sahip olmayan biri olarak genelde onlarla anlaşamazdım. Kendini bulmuş bir kişinin yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur. Çünkü bir kez kendi içindeki kişiyi anlamış olan, bütün insanları anlardı. Ve ben onu bulana kadar kendimi bulduğumu düşünmüyordum. Bir başkasına anlatacak olsam, anlayamazdı. Çünkü böyle bir duygunun büyüsünü tatmamış olan biri, tek bir gece içinde yaşanan ve görünürde birbirleriyle hiç ilgisi olmayan böylesine tesadüfi bir aşkın neredeyse sönmüş bir hayatı bir büyü gibi yeniden ateşleyebileceğini kavrayamazdı, ben bile önceden olsa anlayamazdım. Bu nedenden dolayı da, yaptığım akılsızlık örneği pişmanlığımı bir haftadır kendime dert ettiğim için büyüttüğümü düşünmüyordum. O günden sonra her çıktığında onu dinlemeye devam etmiştim. Benden bir kez bile bahsetmemiş olmasına içten içe bir rahatlık duyarken, sesi ile yeniden huzur buluyor; geceleri yalnız kaldığımda yeniden düşkünlükle karamsarlığıma boğuluyordum.
Şu anda sonbaharın sararttığı ağaç yaprakları manzarası altında biraz neşesini kaybetmiş sevimli otelin bahçesinde Jin hyung ve Hoseok hyung ile kahvaltı ediyordum. Sakin sakin kendi aramızda havadan sudan konuşuyor; yüzeysel şakalar yapıyorduk. Jin hyung'un en yakın arkadaşı olan Hoseok hyung'un editör olarak çalıştığı edebiyat dergisinin verdiği bir konferans için haftasonunda buraya gelmiştik. Benim için iyi olacak kısa bir tatil olarak düşünmüşlerdi fakat burası şehir dışında bile değildi. Yine de onları kırmamak için gelmiştim çünkü odamdan çıkmadığım için Jin hyung adıma çok endişeleniyordu. Yugyeom ödev tezini hazırlamak için gelmemişti.
"Jungkook." Jin hyung heyecanla oturduğu yerde kıpırdanıp telefonuna baktı. Sesindeki şaşkınlığın arasına gizlenmiş hafif sevinci fark edebilmiştim. "Ne oldu hyung?"
"Arkadaşım mesaj atmış. DB FM'den iki tane temsilci programcı da katılacakmış. Seninki o radyoda değil miydi?" Duyduklarımdan sonra hissettiğim heyecanı örtmek için sandalyenin kollarını sıkarken bir yandan da hızlanan nabzım ile uzağa baktım. "Seninki ne ya? Adı var onun."
"Dur bakayım isimlerini biliyor muymuş sorayım." Telefonuna yeniden gömüldüğünde dudaklarımı ısırma gereksiniminde bulunmuştum. Çünkü kalbimden yayılan, karnımı sıkıştıran duygu aşkın heyecanından başka bir şey değildi. Onu olur da görürsem o geceyi hatırlamamak için büyük bir uğraş gösterecek olsam da, bir yandan güzel yüzünü göreceğim için tarif edilemez bir sevinç vardı yüreğimde. "Of, bilmiyormuş. Ama sorun değil, onu görsen tanırsın. Zaten çok kalabalık olmayacak."
"Nasıl gülüyor şu tipine bak." Hoseok hyung kahkaha atarak saçlarımı karıştırdığında elini hafifçe iterek gülmeye devam ettim. Mutluydum.
§
{ertesi gün, konferans}Kalabalık olmasına rağmen bu saygılı insanların doldurduğu konferans salonu çok gürültülü değildi. Jin Hyung ve Hoseok hyung önlerdeydi ama ben dinlemeyeceğimi bildiğimden, saygısızlık yapmamak için arkalara bir yere oturmuştum. Sahnedeki bazı görevliler konuşmacı için mikrofonu ayarlıyor, bazıları ise gelenleri teyit ediyor gibi kendi aralarında konuşup, kalabalığı inceliyorlardı. İç çekip oturduğum rahatsız koltukta biraz daha rahat bir konum almaya çalıştım.
Taehyung'u dünden beri gözlerim ile her bir yere bakınsam da görememiştim. Onun zarif sıfatını bu insanlar arasında kolaylıkla seçebilirdim fakat görememiştim işte.
Bakışlarımı sahneden çekerek girişe bakmaya başladım. Bir umut onu bekliyordum. Belki de sonradan gelirdi, geç kalmış olamaz mıydı? Onunla konuşacak bir cesareti henüz bulamazdım fakat en azından tekrar görebilmeyi istiyordum. Onu izlemek bile yüreğimdeki ormanlara yeni filizler dikebilir, bana yaşayacak biraz güç verebilirdi.
Işıklar tek tek kapandığında umutsuzluk içinde omuzlarımı düşürmüştüm. Konferans başlıyordu. Gözlerimi son kez kapıya çevirmiştim.
Oradaydı.
Yüreğimdeki fırtınaların gücünü, kasılan vücudumun verdiği ürpertiyi dünya üzerindeki herkes o an hissedebilsin istedim. Çünkü gelmiş geçmiş en güzel şey olabilirdi. Mütevazi bir şıklığı vardı, aynı zamanda tepeden tırnağa cezbedici, olağanüstü bir yakışıklılığa sahipti. Şehvetli, sıcak duran dudakları, esmer tenli alnının üzerine dökülen bukleler halindeki yumuşak altın saçları, parlak ifadeli gözleriyle attığı her bakış insanı okşuyordu; onun doğasındaki her şey, yumuşak, karşısındakini yücelten sevimli ve kusursuz bir özelliğe sahip olsa da her türlü yapaylıktan ve gösterişten uzaktı. Uzaktan bakınca ideal erkek güzelliğini betimleyen, mükemmel biri gibi dursa da; kalabalıkta benim tarafıma doğru yaklaştıkça fark ediyordum ki o idealin üzerinde bir harikalığa sahipti. Duruşu ve cazibesi adeta vücudunun bir uzantısı gibiydi. Gelip geçen herkese tek tek hem mütevazi hem de içten duyguları ile selam veriyordu, onu izleme fırsatı gerçekten bir zevk veriyordu. Kısacası o, Tanrı'nın lütfunu esirgemediği bir eseriydi.
Adımları bana yaklaştıkça içimdeki büyülenmişlik hissine biraz korku da eklenmişti. Doğrudan bana mı geliyordu o?
Sonunda tam dibimde durduğunda kaskatı kesildiğimden dolayı nefes almayı unutmuştum. Zarif bir biçimde, hayat dolu gülümsemesini yüzüne yerleştirerek bana doğru eğildi ve nazikçe sordu.
"Bu koltuk boş mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
radio frequency :: taekook
Fanfiction"iyi geceler, DB FM dinleyicileri. ben v, bu gecenin son şarkısı jeon jungkook tarafından bana ithaf edilmiş."