Karanlıkta yürüyordum.Hava soğumuştu.Elimdeki çantayı sımsıkı tutuyordum.Etraftakiler sanki bana bakıyor gibiydi.Havanın kararmasıyla eve koşar adımlarla gitmeye başlamam bir oluyordu.Belirli bir vakitten sonra evin bulunduğu semte girmek cesaret isterdi.İş yerinden mesaiye kalıp çalışmak değil de eve giderken yaşadığım maraton koşusu beni düşündürüyordu.Hızlı adımlarla evin olduğu sokağa döndüm.Köşe başında her zamanki gibi evi olmayan, sonradan adının Nuri olduğunu öğrendiğim adamı gördüm.Onu görür görmez rahatlıyordum.Onunla tanışmamız biraz kavgalıydı ama şimdi baba-kız gibi olmuştuk.Nuri amcanın gidecek yeri yoktu.Eskiden öğretmenlik yapmış ve üç çocuğunu okutmuştu.Çocuklarını evlendirmiş ve yuva sahibi yapmıştı.Eşiyle birlikte mutlu mutlu yaşarlarken Nuri amcanın eşi kalp krizi geçirip vefat etmişti.Böyle olunca da Nuri amca yalnız kalmış ve aile bağlarını güçlü tutmak, kızlarından ayrı kalmamak için elinden geleni yapmıştı.Ne var ki kızları okumuş ve eşleri de onlar kadar yüksek yerlerde çalışan birileri olunca Nuri amcayı yanlarında istememişler, iki kızı çareyi yurtdışına giderek bulmuş, bir kızı da Nuri amcanın bulunduğu şehirden, başka şehre göç ederek araya mesafe koymuştu.Nuri amca onlar gidince çok yalnız kalmış, elindeki emekli maaşıyla tek başına geçinmeye çalışmıştı.Zamanla yalnız hayatın geçmeyeceğini düşünerek yeniden evlenmiş, evlendiği hanımda onunla sürekli tartışarak evliliğin bitmesine sebep olmuş ve ayrılmıştı.İkinci evliliğinden bir oğulları vardı ama eşi oğullarını Nuri amcaya göstermiyordu.Boşanma davasından sonra Nuri amcaya nafaka bağlatmışlar ve elindeki emekli maaşına da el koydurtmuştu.Böyle olunca da zavallı adam evin kirasını ödeyememiş sokaklara düşmüştü.Bizim bulunduğumuz mahallede yıkılmak üzere olan bir evin içinde, sokaklardan topladığı karton kutularla yapmış olduğu yatağında yatarak sabahı ediyordu.
Güneş her zaman doğar; kimisine rahat yatağında, kimisine iş yerinde, kimisine de karton kutulardan yaptığı yatağın üzerinde.Bizler en son durumdaydık.Güneşin doğuşunu bile görmemiz bizim için yetiyordu. Kahvemizi yudumlarken güneşin doğuşunu izlemek bize nasip olmamıştı.Daha o anları yaşamak ve hayaller kurmanın zamanı için satışa çıkan bileti almaya bile, sıraya girememiştim.Kim bilir belki de biletler bitmişti ve bizler sıraya girmek için acele ederken kapılar kapanacaktı.
Bir akşam işten dönerken yine hızlı adımlarla gidiyordum.Elimde iki tane ekmek vardı ve Muhsin'e yemek yapmak için acele ediyordum. Okuldan gelmiş, beni bekliyordu. Hızlıca eve doğru giderken, biri yolumu kesti.Sakalları uzamış, gözlerinin etrafı çökmüş ve üzerindeki pantolonun yaması gömleğinden sökülen bir parçayla dikilmişti. Önüme çıkan adamdan çok korkmuştum.Ondan uzak durmak için yolumu değiştirmeye çalıştım ama olmadı.Elimdeki poşeti almaya çalışıyordu.Benim anca alabildiğim iki ekmeğimi istiyordu. Veremezdim.Bu saatte bakkalda ekmek kalmamıştı kesin.Ona verirsem Muhsin ne yiyecekti.
-Ne istiyorsun benden?Bırak evime gideyim, diye bağırarak konuştum.
-Bir parça ekmek istiyorum.Çok açım.
-Ekmeğim bize yetecek kadar.
-Bir parça ver.Çok açım.Ona üzülmüştüm ama bunu yapamazdım.Muhsin'in rızkını ona nasıl verirdim.Hem tanımıyordum adamı.Bir parça derken ya elimdeki poşeti alıp giderse.Eve ekmeksiz dönecektim ve Muhsin karnından sesler gele gele uyuyakalacaktı.Ondan uzak durarak yoluma devam etmeye çalışıyordum ama izin vermiyordu.Etrafta da kimsecikler yoktu."Yardım edin diye bağıramazdım.Onu kızdırmamalıydım:
-Bir parça ekmek ver.
hala devam ediyordu.
-Veremem.Sana verirsem evdekiler ne yiyecek?