Kardeşim Muhsin okumaya hevesliydi.Okulda öğrendiği yeni bilgileri benimle paylaşmak için can atar,bende yarı uykulu vaziyette onu dinlerdim.
-Yine uyudun kaldın abla,ama bu öğrendiğim çok güzel bir şey,bak mesela suyun içine yumurtayı attığımızda havada kalıyorsa ne demek biliyor musun, diye başlardı sorularına.
Ben ne olur demeye kalmadan oracıkta uyurdum.Muhsin bu durumuma alışmış olmalı ki,kapıyı kilitler etrafa göz gezdirdikten sonra ışığı söndürerek döşeğine uzanırdı.Ben de bunları ona belli etmeden izler sonrada uykuya dalardım.
Yine güneş doğmadan kalkmalar ve yine fabrikanın yolunu tutmalar başlardı.Hayatım bu kadardı işte.Anlatacaklarım ve yaşamım.Bazen deniz kenarında bir kulübem olsun isterdim, orada güneşin doğuşunu izlemek ve elimde beni maceradan maceraya götürecek bir kitabım olsun.Ben okuyayım ve okudukça onun içindeki başkahraman ben olayım.Sonra aniden tatlı bir ses :
-Anne,uyumadın mı hala desin.Anneliği yaşamak ve onun bana benzeyen güzel gözlerindeki uyku mahmurluğunu izlemek isterdim.Bu hayallerin içinde kardeşime ve aileme de yer yok mu?Var tabi.Kardeşim okumuş büyük bir doktor olmuş ve köyümüzdeki hastalara şifa dağıtmaya başlamış.
Hayallerimi her gün dikiş dikerken kurar ve muhakkak bir şeyleri dikerken bir yerlerde hata yapardım.Usta görmeden telaşla ona farklı bir model vermeye çalışır ve hemen bitirilen işler rafına kaldırmaya çalışırdım.Burada çalışmak bana göre değildi ben doğa insanıydım.Çiçekleri sever, havanın mis kokusunu içime çekmeye bayılırdım. Köyümüzde tam buna uygundu.Her sabah kalkar anneme bırakmadan Çizgili'yi sağar ve ondan aldığım sütü ocağın üstüne koyup pişirirdim.Çizgili bizim emektar ineğimizdi.Açıkcası babamın geçim kaynağı.Bunca yıl Çizgili sayesinde para kazanmıştı.Her sabah, annemin ya da benim sağdığım sütü, küçük motorlu aracına koyarak mahalle mahalle satardı.Köy halkı da babama güvenir ve ondan süt alırdı.Ben de kaynattığım sütü önce kardeşime içirir, sonra da bağ bahçe işlerine giderdim. Ailede birileri mutlaka çalışmalıydı. Küçük yaştan beri çalışıyordum. Köyde yapacak pek iş yoktu.Yalnızca hasat zamanı geldiğinde tarlalara gider, orada çalışırdım.Günlük 25 lira alır, onu da babama verirdim.Bu böyle devam etti.Ben hep kendim için bir şeyler yapma çabasına girmedim.Kazandığım parayla bile ilk önce anneme, babama ve kardeşime "ne hediye alayım" diye düşünürdüm.Aklımın ucuna kendimi getirmezdim.Zamanla da kendimden soyutlanıp kardeşime adadım yaşamımı.Onun okul çağı gelmişti ve eğer okula gidemezse köy hayatı içinde kaybolup gidecekti.Benim zamanımda taşımalı eğitim vardı.İlkokulu öyle bitirmiştim.Ortaokul şehirdeydi.Oraya da taşımalı yoktu.Böyle olunca şartlar bana okuma sevdasından vazgeçmem gerektiğini öğretti.
Köyde okul çağına gelmiş çocukları bulunan aileler eğitim zamanı şehre gider, okullar tatil olduğu zamanlar geri dönerlerdi.Şimdiler de köyde çok az insan kalmıştı.Belirli bir yaştan sonra köy hayatından başka bir yerde yapamayacağını düşünenlerdi bunlar.