z

342 26 7
                                    


Kağıttan Güller Sarayı

"Bana bak inek, bırak ellerimi."

"Bana vurabileceğini mi zannediyorsun?"

Etrafımıza toplanan kalabalıkta yüksek perdeden konuştuğum için herkes nefesini tutmuş bana bakıyordu. Gözlerimi adını bilmeye tenezzül etmediğim kızın suratından çekmeden etrafa yan yan baktım. Kalabalık artmış ve okulun IQ düşüklüğünü bas bas bağıran suratlar yüzümüze odaklanmıştı.

Kız ellerini çekmeye çalıştığında kullanmayı bile düşünmediği bacağına çelme taktım ve ellerini bıraktım. Çığlık atarak göt üstü yere düştü. Düştüğü yerden bana ters ters baktığı sırada gözlerimi devirmiştim.

Geriye döndüm. Küfürlerini ardımdan sıralıyordu ama bu yaptığım, benden uzak durması için ona ancak bir ay yeterdi. İnsanlarla muhatap olmak hoşuma gitmese de onların benden uzak durması için bunu yapmam şarttı. Bilirsiniz, eğer çok zekiyseniz ve ilk okulda iki sınıf birden atlamışsanız liseye geçtiğinizde yaşınız nedeniyle küçük düşürülmeye çalışılırsınız.

Bu sene on ikinci sınıfa geçmiştim ve on altı yaşındaydım, neyse ki onların beni küçük düşürmelerine asla izin vermemiştim ama bu onların bana inek diye seslenmesini durdurmuyordu.

Arkadan kavga kavga, diye bağıran erkeklere göz devirdim.

"Gelişmemiş insan mahsulleri."

Müdür yardımcısının odasının önünden geçerken Mustafa hoca bana seslendi. "Pi? Bir gelir misin?"

Yanlış duymadınız sayın dostlarım. Adım Pi. Nasa'da uzay mühendisi olarak çalışan biricik babamın bana layık gördüğü muhteşem isim. Bu isim yüzünden yıllarca, "Pü, pu, puh," denilerek bol bol dalga geçildim.

Ama artık insanların söylediği sözler bir kulağımdan girip diğerinden atmosfere karışıyordu. Bir kelebeğin kanat çırpma olayını belki bilirsiniz, kilometrelerce ötede bir kasırgaya neden olabilir. Ne diyeyim, belki benim kulak tıkandığım sözler kilometrelerce ötedeki birinin kulağına küpe olabilir.

"Mustafa hocam?" Müdür yardımcısının açık kapısının önüne geldiğimde elindeki dosyalarla kendini yelleyen adama baktım. Gömleğinin dört düğmesi açıktı ve kravatı boynunda öylece duruyordu. Antalya sıcak değil, nem çok nem.

"Gel kızım gel." Birkaç adım ettım içeri doğru. "Vallaha ben öleceğim bu sıcakta," dedi ve kağıtları yüzüne doğru savurdu. Eliyle masasının üzerine gelişigüzel dizilmiş dosya yığınını işaret etti. "Hadi şunları rehberlik departmanına götür, ilk kimi görürsem ona şöyleyeceğim diye totem yaptım." Göz kırptı. "Akşama Antalya Spor'un maçı var da."

Öflememek için kendimi zor tutarken klimayı doğru dönen adama dik dik baktım. Kafam kadar dosya yığınını nasıl götürmemi düşünüyordu acaba? Zaten zekamla ters orantılı olan boyum 1.60 ancaydı, bu dosyaları da kucağıma alırsam toprağa gömülürdüm ama işte, göt tutuşması diye bir şey var ki ağzımdan tek bir itiraz kelimesi çıkmadı.

İlerleyip dosyaları aldım. Ama ne almak. Eşek ölüsü gibiydi maşallah. Zar zor kaldırıp açık kapıdan çıkmadan önce Mustafa hocaya bir bakış attım.

"Hocam klimayı sıcak ısıya ayarlamışsınız."

"Vallaha mı ya? Ben de diyorum bu zımbırtı beni niye daha çok terletiyor diye."

Düz düz baktım. "Kolay gelsin."

Odadan çıktığım gibi dokuzuncu sınıf olduğu belli olan olağanüstü bir insan mahsulü dosyalara çarptı. Neyse ki yavaştı. Dosyalar bir iki sallandı ama düşmedi.

Kağıttan Güller SarayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin