ş

139 22 6
                                    

Skillet - Comatose

Taşa bir kez daha vurdum. Birkaç metre uzağa uçtu. Sokağın ortasında duruyordu. Yavaşça oraya doğru adımlarken öflemiştim. Neden öylece caddenin ortasında duruyordu ki? Aptal taş.

"Hey!" Taşa ayağımı uzatacakken başımı kaldırdım. "Hey! Önümden çekil!"

Sese doğru döndüğüm anda bir an donup kalmıştım. Bir bisiklet bana doğru yaklaşıyordu. Dudaklarımı araladım, kendimi geri çekmeye zaman kalmadan bisikletin üzerindeki çocuk bisikleti yana doğru kırdı. Gözlerimi kapattığım an bir gürültü kopmuştu.

Gözlerimi açtığımda geriye doğru baktım. Bisiklet bir yandaydı ve altında da bir beden yatıyordu. Gözlerim iri iri açıldığında hızla oraya doğru koştum.

Bisikleti tutup altında kıvranan çocuğun üzerinden kaldırırken korku dolu sesimle, "İyi misin?" diye soruyordum.

Beden uzandığı kaldırımda önce biraz kıpırdandı ardından inlemeye benzer bir ses duydum, bisikleti kaldırdığım an çocuğun suratı bana doğru dönmüştü.

"P-Pi?"

Çocuğun kahverengi, kıvırcık saçlarını kan süzülen alnından çekerek mırıldandım: "Özür dilerim. Çok, çok özür dilerim."

"Bir şeyin var mı? Canın yanıyor mu?"

Nöbetçi çocuktu ve yüzünde çarpma ve sürtünmenin etkisiyle oluşmuş bir sürü yara vardı. Bana garip garip bakıyordu.

"Ben..." dedi en sonunda. Biri an durdu, aynı anda kaşları çatılmıştı. "Nasıl beni duymazsın! Ya sana çarpsaydım! Aptal mısın sen?"

Galiba.

Rengini anlamlandıramadığım gözleri suratıma sertçe bakarken kendimi geriye çekerek kaldırıma oturdum. Bisiklet bir köşede öylece duruyordu.

"Hastaneye gitmeliyiz. Beyin travması geçirebilirsin."

"Ne?"

"Beyin-"

"Sen gerçekten aptalsın."

Öfkeyle ona döndüm. "Bana hakaret etmeyi kes, tamam mı? Ben sadece olasılığı söylüyorum."

"Asıl sen kes şunu."

Anlamlandıramadığım bakışlarla onu süzdüm. Elinin tersiyle alnında kanayan yarayı sildi. Kan alnından eline bulaştı.

"Zekanla her şeyi çözemezsin. Çok zeki olabilirsin, her şeyi başarıyor olabilirsin ama önce aklındaki o düşüncelere karşı zafer kazanmayı başar sen."

"Benimle böyle konuşamazsın!"

"Çok geç. Konuştum bile."

Ayağa kalktı. Bisiklete doğru yürüdü ve ağır aksak onu kaldırdığını gördüm. Ben de ayaklanmıştım.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordum. Başı kanıyordu ve yaraları vardı. Onu en azından bir hastaneye götürmeliydim.

İlerleyip kolunu tuttum ve önüne geçtim. "Hastaneye gidelim. Bir şey olabilir."

Bana öylece baktı. Neden şimdi gülümsemiyordu? Nöbetçi olduğu zaman laflarıma sürekli gülümseyerek cevap veren çocuk gitmiş, başka biri gelmişti sanki. Garip gözleri gözlerimi süzdü. Alnından kan süzüldüğünü gördüm.

Gözlerinden anladığım bir şey vardı: Benimle gelmeyecekti. Omuzlarımı düşürüp çantamın içini açtım ve artık paralanmış kabın içinden bir yarabandı çıkararak ona uzattım.

"Alnına yapıştır bari. Suratın kan oluyor."

Parmaklarım arasında duran yarabandına baktı. Üzerinde yara olan parmaklarıyla yarabandını alırken, "İroni," dediğini işittim.

"Ne?"

"Anıştırma," dedi gitmeden önce. "Çağrıştırma."

Kağıttan Güller SarayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin