k

117 20 4
                                    

Merdivenlerden esneyerek inmeye başladığımda telefonumu cebime sıkıştırıyordum. Gece pek uyuyamadığım için öğle arasına son ders kala biraz dinlenmek için başımı sıraya koyduğum gibi uyumuştum ve şu an da karnım açlıktan gurulduyordu.

Kantinden içeriye girdiğimde bugün biraz daha kalabalık gibiydi masalar. Herkes öğle yemeğini yemekle ya da konuşmakla meşguldü.

Kantinin duvarına dayandığımda, "Bir kaşarlı tost alabilir miyim, Ömer ağabey?" dedim.

Otuzlu yaşlarının sonunda olan ve kantini karısıyla birlikte işleten adam zaten tost makinesinin önündeydi. "Hemmen yapıyorum," dedi neşeli sesiyle. "Yanına bir şey ister misin?"

"Çay iyi gider, ağabey."

Yaklaşık beş dakika sonunda iki elim de dolu bir şekilde oturacak sıra arıyordum. O sırada bir köşede tek başına oturmuş kitap okuyan Mesih'i gördüm. Suratıma sinsi bir gülüş yayıldı. Ona doğru adımladım.

Masanın önündeki tek sandalyeyi çekip hızla oturduğumda önce bana bakmadı bile ama masaya çayımı koyarken gözleri elime takıldı, kafasını kaldırdığında aynı anda gözleri de irileşmişti. Güldüm.

"Sormadım ama umarım oturabilirimdir." Etrafı gösterdim. Aslında herhangi bir yer de boş olabilirdi ama bana neydi. "Her yer dolu da."

"Sorun değil," diye mırıldanışını işittim. Sanki benim onun masasına oturmam onu oldukça şaşırtmıştı.

Omuz silkerek tostumun sarılı olduğu paketi yırttım ve ucundan kocaman bir ısırık aldım.

"Ah, çok acıkmışım!"

Bir ısırık daha alırken güzel güzel çiğniyordum ki gözüm Mesih'in bana gülerek bakan suratına takıldı. Tostu ona doğru uzattım. "İster misin?"

"Yok, ben yedim." Güldü. "Hem sana anca yeter."

Tostumu geri çekerken, "Çok doğru bir seçim," demiştim. Çayımdan bir yudum aldım.

Sonunda tostun paketini elimde buruşturup masaya atarken hâlâ Mesih'in beni izleyip izlemediğine bakmak için kafamı ona doğru kaldırdım. Kitabını parmağının arasına sıkıştırmıştı, diğer eli bacağının üzerindeydi ve suratında sinir olmaya başladığım o gülüşlerinden vardı.

Evet, sürekli gülümseyen o çocuk işte bu çocuktu.

"Tebrikler. Gülümseme rekorunu şu an kırdın."

Kendi kendine bir şey mırıldandı. Ne dediğini anlamayarak masanın üzerinden kulağımı ona doğru uzattım. "Ney?"

"Seni izleseydin sen de gülerdin."

"Ben bu okulda gülünecek son kişiyim."

"Niye?" dedi. "IQ dolumu yaşayan kişiler gülemez mi? Veya IQ dolumu yaşayan kişilere gülünemez mi?"

"Bilmem," dedim. "İnsanlar genelde bana ters ters bakarlar. İçlerinden gülümseyen henüz çıkmadı."

Söylediğim şeyin ardından gözüm, kıvrılmış olan dudaklarına kaydı; ona baktım. "Yani senin dışında. Galiba."

Birdenbire kollarını masaya koyarak o da masanın üzerinden bana doğru eğildi. Bir an soluk anlamamıştım ama o dikkatlice gözlerime baktığında nefesimi dizginledim.

"İnsanlar sırf istedikleri kişi olmanı gerçekten istedikleri için sana öyle bakıyorlar. Zekanın ulaşılamaz olduğunu düşünüp seni düşüncelerinde alçaltarak sana uzanmak istiyorlar." Nefes aldı. Gözlerini gözlerimden almamıştı. "İstiyorlar, Pi. Sen onlara istediklerini vermeyeceksin ki sen daha çok gülümseyesin, senin gülümsediğin insanlar da sana gülümsesin."

"Ya gülümsemek istemiyorsam?"

"O zaman gülümsenmemekten de şikayet etmemelisin."

"Vay canına," dedim sandalyeye yaslanırken. Aynı anda o da geri çekilmiş ve kendi sandalyesine yaslanmıştı. "Güzel cümleler kuruyorsun."

Gözlerimin içine baktı. "Emin ol, daha güzellerini kurmuştum."


Kağıttan Güller SarayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin