Elimdeki telefonu yavaşça çeviriyordum.
Yavaşça.
Ve sıkıntı içinde.
"Sınav bitimine on beş dakika kaldı, Pi. Neden devam etmiyorsun?"
"Çünkü zaten bitirdim."
"Ah," Matematik öğretmeni ve aynı zamanda kendi sınavının gözetmeni olan kadın bana mahçup bir gülümsemeyle baktı. "Pekala, kağıdını veriyor musun?"
"Tabii ki," Kağıdı dalgın dalgın uzatırken karma sınıftaki gözlerden adeta linç yemiştim. "Buyurun."
"Tamam canım, çıkabilirsin."
Telefonu ve kulaklığı alarak sıradan kalktım ve sınıfı geçerek kapıdan çıktım. Çıktığım an garip bir biçimde sevdiğim kulaklığı kulağıma takmıştım.
Dün gece, bir hafta önce açmamak ve hatta kendi kendime çöpe atmak için söz verdiğim kutuyu uyumadan önce açmıştım.
İçinde bir kulaklık vardı kutunun.
Hem de kulak kısımları çilek figürlüydü. Aslında bu tür şeylerle alakam olmazdı ancak kulaklığı neden bu kadar sevdiğimi anlayamıyordum.
Yarı yarıya dolu olan kantine indiğimde boş bir köşeye çekilerek öylece oturdum. Gözlerim masanın üzerindeydi. Elim telefonumdaydı ve bir haftadır tek bir kez bile titrememişti.
Derin bir nefes verdim. Bu iyi bir şey olmalıydı çünkü artık gizemli mesajlar, bilinmeyen numaralar yoktu. Yalnızdım. Her zaman olması gerektiği gibi. Kendi halimdeydim. Sabahları Pi, geceleri Gün idim. Bu bilinmeyen numara için de iyi olmalıydı.
Benim gibi birinden kimseye hayır gelmezdi.
Bariz yüksek sesle çıkarılan öksürük sesiyle birlikte kafamı masadan kaldırdığımda müziğin sesini biraz kıstım ve bana tepeden bakan tanıdık surata bir an öylece baktım.
Mesih başıyla önündeki turuncu sandalyeyi işaret etti. "Oturabilir miyim?" Kantine doğru baktığında bana kantini göstermek istediğini anlamış ve ben de etrafa bakmıştım. "Bir tek senin yanın boş."
"Tabii," dedim. Sesim öylesine bir şey söylediğim zamanlarda olduğu gibi vurdumduymazdı.
O, karşıma otururken onu süzdüm. Gerçekten bayağı uzun boyluydu ve suratı kabuk bağlamış yaralarına rağmen gerçekten çok güzeldi. Rengini hâlâ çözemediğim gözleri bana döndüğünde bakışlarımı ondan aldım fakat hafifçe güldüğünü görmüştüm. Masanın altındaki elimi yumruk yaparak öylece etrafa bakmaya devam etmek veya kalkıp gitmek arasında gidip geldim fakat kalkıp gitsem çok abes dururdu.
"Yaraların iyileşti mi?"
Bunu, ona dönerek sormuştum. Bir elini yanağına yaslayarak öylece baktığı telefondan sesimle birlikte bakışları bana döndüğünde telefonu kapatıp yavaşça masaya koydu ve elini yanağından çekti.
"Kabuk bağladılar ama iyiyim."
"Güzel. Geçmiş olsun."
"Bence de. Teşekkürler."
Kaşlarım çatılmaya yakın olacak şekilde önce öylece kaldım ardından onları yavaşça serbest bıraktım. Anlayamama sorunsalı tekrar devreye girmişti ve bu kesinlikle benim yüzümden değildi.
"Sen neden gülümsemiyorsun?"
Mesih'in gözleri suratıma baktı. "Anlamadım?"
"Nöbetçi olduğun gün sürekli gülümsüyordun. Artık seni gülümsemezken gördüğümde bir garip hissediyorum. Sanırım çatık kaşlar senin işin değil."
Ne saçmalıyordum?
"Haklısın," dedi. "Çatık kaşları sevmem ama biri içindeki bir yeri fena halde incittiğinde gülümsemek pek iyi hissettirmiyor."
"Evet, beni de matematik sınavı çok incitiyor."
Sesi baygın çıktı. "Senin suratın sürekli asık, Pi."
"Tek bir gün yaşayamıyorum üzüntümü. Bütün yıla yayılıyor."
Ne saç ma lı yor dum?
"Garipliğin dağlar aşıyor." Gözleri artık tamamen kapattığım için sesi çıkmayan çilekli kulaklığıma bir an takıldı, sonra tekrar suratıma baktı. "Neden o dağları aslında sen inşaa etmişsin gibi bir his var içimde?"
"Bilmem ki Mesih," dedim yavaşça. Gözlerinin içine bakıyordum. "Belki de o dağları inşaa ettiğim için kendimle gurur duyuyorumdur?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıttan Güller Sarayı
Roman pour Adolescents(Tamamlandı.) Kimsem yoktu. Sonra o geldi. Her şeyim oldu. Texting/Kısa Hikaye