32.YAĞMUR KISKANIR SENİ

19.8K 1.2K 1.4K
                                    

Çay, ilk olarak M.Ö 2000'li yıllarda Çin'de üretilmiştir. Başlarda sadece tedavi amaçlı kullanılan bu bitkinin içecek olarak kullanılması M.Ö 10'lu yıllara denk gelir. Türkler'in çayla tanışması ise biraz geç olur ancak ilk çay içen kişinin Hoca Ahmet Yesevi olduğu düşünülür.

Yine de çayla pek haşir neşir olmayan Türkiye halkı Coğrafi Keşifler sonucu çayın Avrupa'ya taşınmasıyla Abdülhamid döneminde çaya biraz daha alışsa da kahvenin yerini tutamaz. Ta ki Birinci Dünya Savaşı'nı kaybedene kadar. Bu yıllardan sonra Yemen'den gelen kahve çok pahalı olunca Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla Atatürk buna da çözüm bulur.

Özellikle Karadeniz Bölgesi'nde çay ekimine öncü olur ve kahvenin yerini hem güzel hem de ucuz olan bu içeceğin almasını sağlar. Yani aslında severek içtiğimiz çay güzel olduğundan değil ucuz olduğundan bu kadar yaygınlaşır ülkede.

Şimdi ise Alp'in midesinden dördüncünün geçiş sebebi sadece çayı sevmesi değildi. Ortamda oluşturduğu samimiyetti. Yemekten sonra terasta oturmuşlardı, Alp ve Emre yemek masasının iki sandalyesini dışarı taşımıştı. Küçük masanın etrafına 6 kişi sığmaya çalışıyorlardı ama kimse halinden şikayetçi değildi.

"Gazi Üniversitesi mezunuyum ben de. Ankara'nın her karışını biliyorum o yüzden. Gerçi son dönemlerde değişmiş fazlasıyla ama yine de şaşırmam, elimi koymuş gibi bulurum istediğim yeri."

Alp'e nereli olduğunu sorduktan sonra aldığı Ankara cevabıyla üniversite günlerine dönmüştü Bekir Bey.

"Benim babam da Gazi mezunu. Aynı dönem olabilir misiniz?"

İkisi de İİBF mezunuydu belki tanışıyor olabilirlerdi.Emre'nin babası bir süre düşündü.

"91-92 mezunuyum ben, peki senin baban?"

Alp dudak büktü, "Babam 89-90 mezunu maalesef."

Emre'nin babası heyecanla devam etti.

"Ben tanıyordum üst dönemleri. Adı ne babanın, belki bilirim."

Kapının girişinde Alp ve Emre oturduğundan çayları ve ikramlıkları yenileyenler onlardı. Çaylar bitince ise Emre konuşmayı bölmemek için içerde kaynamaya devam eden çaydanlığı almaya gitti.

"Kürşat Tulga," babasının adını anınca bile gözlerinin ev sahipliği yaptığı ışık çay servisi yapan Emre de dahil kimsenin gözünden kaçmamıştı. Bekir Bey cevap veremeden araya giren Mehmet'e döndü başlar.

"Kürşat Tulga mı? Hani Diyarbakır'da Ülkü Ocağı açılmasına neden olan genel başkan yardımcısı?"

Söyleyiş şeklinden bile bu durumdan hiç haz etmediği belli oluyordu. Bu yüzden Alp de direkt savunmaya geçti. Meydan okuyan bir tavır takınıp tek kaşını kaldırdı.

"Evet, bir sorun mu var?"

Karşılaştıklarından beri Alp, saygısını korumak için elinden geleni yapıyordu. Ama babasıyla ilgili en ufak imaya dahi tahammülü yoktu.

"Baban bayağı hayalperestmiş. Diyarbakır gibi sol görüşlü bir memlekette ocak kurmak herhalde ondan başkasının aklına gelmezdi."

Alp dudaklarını yalarken gözleri titreşerek kapandı.

"Sağ ya da sol fark etmez. Memleketin her köşesi bizimdir. Kendi toprağımızda bayrağımızı dalgalandırmak için de birilerinin rızasını bekleyecek değiliz."

Mehmet'in sol gözü seğirirken bu konuşmanın tartışmaya döneceğini anlayan Emre çayları koymayı bitirip oturduğundan söze girdi.

"Baba, sen tanıyor musun Alp'in babasını?"

YAKAMOZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin