Dünya büyük bir misafirhane. İçinde yaşayan her canlının zamanı gelince yerini başkalarına bırakacağı imkanlarının sınırsız olduğu cömert bir misafirhane. Havasını, suyunu, güneşini, ayını, toprağını, güzelliğini... kısacası her şeyini karşılıksız sunar dünya.
Ancak fıtratı gereği misafirleri arasında en nankör olanı tabi ki insanoğludur. Hiçbir söz hakkının olmadığı bu evrende her şeyin sahibi kendisiymiş gibi, istediği herkese istediği her şeyi yapabilirmiş gibi davranan insanoğlu bence olabilecek en aşağı konumdadır. Aldığı nefes üzerinde bile hakimiyeti olmayan insan, onu kendisine hediye eden ağaçları gücünün yetebildiğini düşünüp katleder. Kendisini koruyan atmosferini delmek için olabilecek tüm kötü gazları salar gökyüzüne. Yetmez, yaşam kaynağı olan sularını kurutur, kirletir. Ki bunlar yaptığı en basit şeylerdir.
En iğrenci kendine değil başkalarına verdiği zarardır. Çünkü gücünü yeteri kadar göstermediğini düşünmüş olacak gider hayvanlara şiddet uygular, tecavüz eder. Bununla da tatmin olmaz aciz bir çocuğa, sesi çıkmayan bir kadına tecavüz eder. Daha da düşemez diyorsunuz değil mi insanlar için? Hayır, yanılıyorsunuz. Biz çok iğrenç varlıklarız çünkü bunu yapanları aramıza alırız. Çıkarırız suçlu diye hakimin karşısına. Sonra der ki hakim;
"Mini etek giymişse tahrik vardır."
"Gece vakti dışarıda kadın başına ne işi vardı."
"Göğüsleri çıkmamış, tahrik edemez."
"20 kişi tecavüz ederken neden bağırmamış engelli kız?"
"Kimseye söylememiş, demek ki rızası vardı."
Bunlar çok adil, insanların vicdanının sesi olan hakimlerimizin gerçek hükümleri. Peki soruyorum size; Tecavüz eden caniden daha aşağı değil midir sesini çıkarmayan her insan (!)?
İşte Alp'in kucağındaki masum bebeğe bakarken kendimi öyle aşağı ve iğrenç hissediyordum. Gözlerim sinirden yanarken hiçbir şey yapamamış olmak, annesinin ölümünü öylece izlemek canımın acısının tek sebebiydi. Hayatımda Alp'in yokluğundan daha beter bir acı yaşayabileceğimi düşünmemiştim. Tüm insanları duyarsızlıklarında yakıp dünyanın bataklığına küllerini savurmak istememiştim daha önce. İçimi parçalayıp, beynimi dağıtıp, her şeyi unutmak isteyebileceğim aklıma gelmemişti.
"Emre, lütfen."
Alp, tekrar aynı şeylere daldığımı anlamış olacaktı. Bebekten gözlerimi zorlukla ayırıp sevdiğim adama çevirdim. Kahvelerinde gördüğüm acı benimkine eşken dolu gözlerimi yumdum. Olmuyordu, bebeğin annesinin son anları gözlerimin önünden gitmiyordu.
"O çok masumdu Alp. Gülperi olabilecek en masum kızdı."
Kapalı gözlerimden bir damla akarken tecavüze uğradığı halde ailesinin suçladığı, şerefsiz tecavüzcüsünün tahrik ettiğini iddia ettiği kızın bebeği doğurduktan hemen bir gün sonra verdiği son nefes benim tüm soluklarımı kesmişti.
"Öyleydi, tanıyorduk onu Emre. Ama lütfen yapma artık. Bak bu çocuk bizim kızımız. Ona babalık yapmak için iyi olmak zorundayız."
Gülperi daha 17 yaşında bir çocuktu. Bizim dövüş okulunu temizlemeye başladığında hamileymiş ama ne o ne de etrafındakiler anlamamıştı. Karnı belirginleşmeye başladığında anlamış ailesi. Tecavüz eden pislik de zengin ve evli bir adam olduğundan tüm suç masum çocuğa kalmış. Ailesi tarafından dövülmüş, mahallelilerce sayısız hakarete maruz kalmış. Ben bunu bir hafta işe gelmeyince evini kontrole gittiğimde zorla öğrenmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZ
Kort verhaalTüm hayatını sahip olduğu fikirleriyle yaşayan bir adam ile hiçbir ideolojiye sahip olmayan adamın hikayesi... 10.12.2017~19. 11.2018