8; suçlu

856 81 10
                                    


🍁

Gri taşların sıra sıra dizildiği görünümünü veren duvarların kafenin içini gösteren büyük camın etrafıyla beraber sardığı dört köşenin giriş kapısını bulunduran birinin önünde, içeride bulunan koyu kahve sandalyelerin aksine çinko beyazı açılır kapanır sandalyeler ve masalar bulunuyordu. Kafenin içerisinde ışıklandırma göz yormayacak ancak loş denilemeyecek bir aydınlatma ile tavandan yarım metre sarkan sade avizeler ile sağlanmıştı. Kapalı havanın bir işe yaramadığı halde ışıkları açık tutturduğu bir öğleden sonraydı. Akşam vaktine iki saat vardı.

Jeongguk siyah ceketi içinde giydiği şapkalı kapşonluyu, cam kenarında bulduğu yuvarlak masadan bir sandalye çekip oturmadan önce ceketiyle beraber sandalyenin sırtına asmak yerine üzerinde taşımayı tercih etti. Beş dakika sonra sipariş almak için gelen garsondan iki parça kek ile sıcak bir içecek rica etti. Masada yalnız başına siparişlerini beklerken cebinden çıkardığı telefonuna göz attı. Birkaç bildirime dönüt verdikten sonra düşüncelerinden kaçmak için biraz daha oyalanıyormuş gibi yapmaya çalıştı ancak boş boş sayfayı yenilemek on saniye almadan canını sıktı ve kendini kandırma fikrinden vazgeçti.

"Bunların bu gece ile beraber unutulacağını mı?", bu sözler zihninin içindekileri baştan sona yarıp geçtiğinde, kadın ona çaresizlik kaynayan o yalvarır ifadesiyle ağlarken bakarken, o şok olmuş gibi olduğu yerdeki konumunu saniyelerce sürdürmüştü ve o an bittiğinde, içinde bulunduğu duygu kargaşasından sıyrılıp kapıyı çarpmadan hatta kapıyı kapatmadan, arkasına dahi bakmadan çekip gitmişti. O geceden bu yana iki ay geçti. Jeongguk hala geceleri uyuyamıyordu. Geceleri tatlı bir uyku ona haram kılınmıştı, o gece kadını orada öyle savunmasız bırakıp gittiği için.

Belki de dedikleri doğru çıkmadı ve sabah her şeyi unuttu, kendinden geçene dek içmişti, diyordu kendi kendine. Belki de benim yaptıklarım sözlere döktüğü kadar canını yakmamıştır, o an öyle söylemiştir, derken kendi kendini mi avutuyordu yoksa mantıklı mı konuşuyordu bilmiyordu.

Kadını hiç aramamıştı. Kadını her geçen gece, gözüne uyku girmeyen her saat başı düşünmüştü hatta öyle ki kadının o yardım çığlıkları atan gözlerine baktıkça hissettikleri, onunla tanışmadan önce uykusuz geceler geçirmesine sebep olan avı olduğu geçmişinin bile önüne geçmişti ancak bir kere olsun oraya bir kez daha gidip onu veya ona dair bir ipucunu bulmak adına bir şey yapmamıştı. Bulursa eğer, olacakları düşünemiyordu. Korkmuştu. Kadını bulsa bile yüzüne bakacak cesareti yoktu, tanımayı geç adını bile öğrenemediği ve sadece bir buçuk saat geçirdiği kadına ihanet ettiğini düşünüyordu. Sanki onu öldürmüş ve o yatakta öylece bırakmıştı; ardında kalan cesedi görünce yüzüne çarpacak suçunu kabul edemeyecek, kaldıramayacak bir suçlu gibiydi.

Böyle uzun uzun düşünüyor, bilincinde vicdan azabından kıvranıyor sonrasında ise kadının sarhoşluğundan hiçbir şey hatırlamıyor olma olasılığına inanma sürecine her düşünme seansından sonra yaptığı gibi yeniden ve yeniden giriyordu.

Yine de, içinde saklı duran bir his vardı ki ona, o kadınla yollarının bir kez daha kesiceğini fısıldamaya hazır bekliyordu.

🍁

iki dilhun | lalisa manoban x jeon jeonggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin