9; rüyalar ve kabuslar

791 73 2
                                    


🍁

Gecenin dünyanın bir yarısını gücü altına alıp yaralı kalplere tuz basacağı o kısa fısıltıları yavaş yavaş insanlara duyuracağı saatlerin henüz başlarında, insanların avizelerinden yayılan ışıkla içeriyi görünür kılmasına engel olması için bir bir kapattıkları perdelerin sayısı gittikçe artarken genç adamın bulunduğu dairenin balkonundan izlenebilen sokak hareketli ve dükkan levhaları ile renkliydi. Jeongguk bu geceyi evinde geçirecek bir arkadaşını balkonundan apartmanın girişine arada gözlerini takarak gözetliyordu. Aklında onu huzursuz etmeye yaktığı sigarasıyla başlayan travması, göğüs kafesinin içindeki kalp kapakçıkları tıkanmış da vücudundaki kan aksıyormuş gibi hissetmesine, en azından duyduğu sıkıntıyı bu şekilde düşünmesine ve betimlemesine sebep oluyordu. Aldığı nefesin yetmemesi, haliyle boğuluyormuş gibi hissetmesi belki de aklında onun canının ucundan aleve verilen bir kağıt parçası gibi yanmasının asıl kaynağı değil de yıllardır içtiği sigarasıyla iflas edecek mertebeye gelmiş ciğerleri dolaylısıylaydı. Belki de, ölümü ciğerlerinden; sessiz, yavaş ve ıstırap dolu olurdu.

Seçme şansı olsaydı kafasına sıkarak ölmeyi tercih ederdi. Lakin içinde reddedemediği bir Tanrı inancı vardı ki Tanrıyı daha fazla kızdırmak istemiyordu. Cennete nasıl gideceğini bilmediği gibi cehennemi düşünemiyordu bile.

Gerçi, hayalleri ona ne cenneti ne cehennemi düşündürecek vakit bırakıyordu. Rüyaları ve kabusları ise çoktan bedenini avuçları içine almış dev, siyah, boynuzlu ve kırmızı alevleri ile dehşet saçan bir şeytanı andırıyordu. Jeongguk kafesin içindeki o savunmasız ve masum kuş kadar çaresizdi ve Jeongguk bu kuş gibi başında onu bekleyen şeytandan ziyade ilk olarak içinden çıkması gereken kafesi düşünüyordu.

O gece kanlar içinde bırakılan kurban gibi gördüğü kadının çıplak vücudu, gözyaşlarıyla bezeli yüzü ve kokusu aklından çıkmıyordu.

Sigarasını dudaklarına götürdüğünde izmaritin dibine kadar yaklaşan ufak alevin parıltısını gözleriyle yakalayamadı. Balkonun demirlerinin altına sürdüğü izmaritin siyah külleriyle yaptığı lekeyi umursamadan oynamaya devam ederken çalan kapısının zili salon boyunca ilerleyip balkona varmayı başardı. Gelen Jeongguk'un arkadaşı olalı bir yılı aşkın Hae, askılı kadife elbisesi ve topuklu ayakkabıları ile adeta asla kendinden ödün vermeyeceğini haykırıyordu. (multimedia.🌾) Dilediğini giyen, yapan, söyleyen bir kişiliği vardı.

Selamlaşmaları, Hae'nin zekice esprileri, samimi öpücüklerinden ve sarılmalarından sonra Jeongguk onu salona geçirdi. Salonda başlayan konuşmaları, havadan sudan, gündemden ve haberlerden ötesinde değildi. Ne zaman ki Hae izin almadan, sadece kapıdan çıktığı andan sonra bağırarak haber verdiği içkileri buzdolabından çıkardı ve getirdi, işte o zaman bir şeyler boyut kazandı. Jeongguk'un onu çağırmasının sebebi o geceki kadından arkadaşına bahsetmekti en aslına bakılırsa lakin Hae'nin geldiğinden beri durmayan çenesi ile içki içmeye başladığından beri devam ettirdiği statüsü su geçirmeden ilerliyordu. Anlaşılan Hae görüşmedikleri süre zarfında oldukça çok şey yaşamış ve biriktirmişti.

Jeongguk onu dinlerken ve izlerken kendini çok düşünmediği, en azından zihniyle baş başa kalmadığı için onun sürekli söz almasını dert etmiyordu. Gece uzun ne de olsa, diye içinden geçirdi.

Hae içkisinden bir yudum daha alıp koltuğa yaslandı. Daha da yukarı çıkarak bacak bacak üstüne attı ve genç adama döndü. "Ee,sende neler var? Dilim sürtüştü, benden bu kadar."

🍁

iki dilhun | lalisa manoban x jeon jeonggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin