Belkıs,
Gerçekten ne yazacağım hakkında en ufak fikrim yok. An itibariyle içinde bulunduğun bilgisayarımla beraber balkonda oturmakta ve manzaraya bakmaktayım. Hava serin esiyor.
Ağaçlarla bezeli bahçemin ötesinden beni selamlayan İstanbul manzarasının üzerinde beyaz bulutlar geziniyor parça parça. Aşağıdaki havuz hafif hafif titremekte. Tüm bu serinliğin ortasında terleyen bir ben varım herhalde.
İki gündür sıvıdan başka yiyecek tüketmeyince sonuç bu şekilde gelişmiş olsa gerek.
Hastalandığımdan beri haliyle iştahsızım. Zaten sağlıklı bünyemle bile fazla yemek yemiyordum ya neyse. Basketbol oynamam sebebiyle tabi ki sıkı bir diyet programı uyguluyorum. İhtiyaç duyduğum enerjiyi karşılamazsam kaptanlık vazifemi de layıkı ile yerine getiremem. Bir an önce iyileşmeliyim anlayacağın. Fakat ateşim yükseldiğinden midir nedir, hava çok sıcakmış gibi geliyor ve yattığım yerde rahat edemiyorum. Fakat ne yapıp edip acilen sağlığıma kavuşmalı ve çalışmalarıma kaldığım yerden devam etmeliyim. Okul hayatı da kısa süre sonra zorlamaya başlayacak beni.
Üç hafta sonra sınavlar başlıyor. Yıl sonundaki üniversiteye giriş sınavı çalışmaları bir yana, diploma notunu iyi tutmak öteki tarafa, basketbol oynayarak burs almak cabası derken beni tempolu bir okul dönemi bekliyor önümüzdeki dört beş ay.
Ne? Amazonu mu merak ediyorsun hala. Maalesef evden dışarı çıkmadığım için onu da göremedim. Zaten benimle muhatap olmak isteyen biri olmadı ki hiç. Birbirimizi tanıdığımız vakit boyunca hep ben çaba sarf ettim yüzünü görmeye. O kendi rızasıyla hiç gelmedi ki bana, geçenki hadise haricinde. Onunla buluştuğumuz günden beri, ilk ve son kez reddedildiğimden beri çekildim kabuğuma görüyorsun ki. Onu sevmekten vazgeçtiğimden değil ama, onu mutlu etmenin yolu hakikaten de ondan uzak durmakmış, bunu şimdi tamamen anladım.
Hani klişe bir laf vardır ya, dönerse senindir, dönmezse zaten hiç senin olmamıştır.
Büyük ihtimalle bana yüzünü dönmeyecek. Olsun, ne yapalım?Bir dakika Belkıs, telefonum çalıyor. Merak etme, yazdıklarımı kısa kesmeye niyetim yok. Şimdi üç yıldız koyup görüşmemi yapmaya gidiyor, ardından hemen dönüyorum.
***
Arayan telekom şirketiymiş. Kullandığım telefon paketinin vadesi bitmek üzereymiş, ben de interneti daha fazla olan başka bir tarifeye geçirdim hattı.
Şu an anlamıyorsun ama gülüyorum. Hafif sinirden, kendime kızarak gülüyorum. Çünkü telefonun zil sesini duyduğum ilk an, ekrana henüz bakmamışken, lütfen Yaprak yazsın arıyor kısmında diye geçirmeden edemedim içimden. Az evvel yazdığım onca cümleden sonra hem de.
Sanırım üzülmeyi hak ediyorum. Çünkü bizzat ben kendimi harap ediyorum, ısrarla, fütursuzca, kimseyi dinlemeden, kimseye acımı dinlettirmeden.
Hala en ihtimal vermediğim anlarda kalp atışlarım hızlanıyor. Damarlarımda aniden adrenalin zehirlenmesi yaşıyorum. Ellerim titriyor, nefes alamayacakmışım gibi hissediyorum. Göğsümde bir sıkışma. Aklımın bir köşesinde hep o var.
O ise şimdi bir başkasına yar.
Onu ilk gördüğüm andan beri ne zaman yalnız başıma kalsam, o benimleymiş gibi davranıyorum. İlk bir sene beni rahatsız ediyordu bu hayaller, çünkü o zamanlar ne kadar uzak durursam o kadar iyi diye düşünüyordum. Sanırım geçmişte maruz kaldığım çıkar ilişkileri beni sevgiye karşı ön yargılı hale dönüştürmüştü. Fakat, o öyle biri değildi. Bu gerçeğin farkına varmam yaklaşık bir seneyi buldu ama, sonuçta gönlümü kaptırdığım kızın samimiliğine inanınca, işte o zaman ondan uzak kalmaya dayanamaz oldum.
Ha, şimdi de uzaksın, kendini ona sevdirmeyi beceremedin diye benimle dalga geçebilirsin.
Dediğim gibi, artık beklemekten ve o bana geldiğinde elimden geleni yapmaktan başka çarem kalmadı.
Onu seviyorum ve bu bana yeter. Yetmeli. Yani, yetinmeliymişim.
Masallardaki prensler gerçek dünyaya adım atmadıklarından günün sonunda hep şanslı taraftalar zaten.Neyse, konuyu değiştireyim istersen.
La Casa De Papel'i izlemeye başladım. Onuncu bölümün yarısında kaldım en son. İzlerken sanki çok dahiyane bir planmış gibi görünüyor, ya da kafam basmadığından öyle düşünüyorum, ama bölüm bitip de ekranı kapatınca, vay anasını sayın seyirciler demeden de duramıyorum. Hayır, iki taraf da zehir gibi zeki, Sergio hayatının yarısını bu soyguna adamış, Raquel kısa sürede karşı tarafın ne düşündüğünü çözüyor, lakin sen yüz yüz kuyruğa gel, sonra en ufak şeyden başarısız ol!
Ben izlerken yoruldum yahu!
Bir de, neredeyse bütün karakterleri sevdim, normalde izlediğim dizilerde böyle bir duygusallık yaşamam. Ama diziyi izleyince anladım ki, dizinin esas teması sadece soygun yapmak değil, aynı zamanda insan psikolojisine de ayna tutuyor, karakterler üzerinden analiz yapabilmemize imkan sağlıyor.
Ha, illa favori birini seçeceksek, biraz düşünmem lazım.
Yok, seçemedim. Fakat itiraf etmeliyim, Arturo ile Alison Parker'e iğrenç oyunu oynayan cibilliyetsiz çok sinir bozucu.Neyse, sakinim.
Eh, Belkıs görüyorsun, hasta bir insanın anlatacağı şeyler sınırlı oluyor. Saate göz attım da, yine çorba içip ağrı kesici alsam iyi olacak. O yüzden yazmayı bırakmak zorundayım.
Kendine iyi bak, beni düşünme. Su akar yolunu bulur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günlük | Barış Ozansoy
FanfictionGünlük. Daha doğrusu bakkalın birinden iki liraya aldığım güzel yazı defterine karaladıklarımı beğenmeyince transfer ettiğim bilgisayarım. Sonra word belgesi çalışmayınca da terfi ettiğim metin belgelerim. İşte günlük derken o metin belgelerini kast...