Günlük 15: Dile kolay ama kalbe zor

260 45 12
                                    

Günlük,

Hem korktuğum başıma geldi, hem de başıma bir meleğin narin şefkati değdi. Yukarıdan bir yerlerden gönderilen merhamet armağanı da olmasaydı, kötü haberi aldığımda daha beter çökebilirdim. Bu da Tanrının beni sevdiğini gösteriyor galiba. 

Yarım saat önce bana incelemelerin sonuçlarını açıkladılar sindire sindire. Nasıl kemik iliğindeki hücrelerin lösemik bir değişime uğradığını, ardından bölünmeye devam ederek bölgeyi kapladığını ve kitle halinde bütünleştiğini; tüm o hastalık, halsizlik, üşümelerin sebebinin de lösemiden kaynaklı yaşandığını... Her bir durumun sebebini tek tek anlattılar. 

Teşhis ettiklerine göre bende yakaladıkları löseminin tipi Akut Lenfoblastik Lösemi imiş, alt tip olarak da yanlış hatırlamıyorsam T-Prekürsör lösemi.Hızlı fark edilip tedavi edilmez ise yine hızlı ilerleyip canını alırmış. 

(Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi fakat, iyi ki Ali beni o dolaba itmiş. İstemeden de olsa bana iyiliği dokundu. Ona zamanı gelince teşekkürlerimi ileteceğim. Tabi kendi nasıl karşılar durumu onda emin değilim. Belki yok olmam onun işine gelebilir.)

Fakat dediklerine göre umutsuz vaka haline henüz varmamışım. Prognozum, yani iyileşme şansım ümit vaat ediyormuş. Yani, öncelikle hastanın yaşı önemliymiş, 25 yaş altında iyileşme süreci daha güzel seyrediyormuş, ki ben de on sekiz yaşındayım. Bu benim haneme artı olarak yazılır. Yani uzun süreli sağkalım oranı olarak yüzde yetmiş beş civarı bir sayı ortaya attılar. 

Lakin, ben telaş yapmamam amacıyla böyle dediklerini düşünüyorum. Çünkü derdimi dökmeye başladığımda dediğim gibi, korktuğum başıma geldi. 

Biliyorum, esasında insan ölümden korkmamalı. Nasıl ki doğmak bize bir ikramsa, ölüm de aynı şekilde bir ödül. Çünkü geldiğimiz dünyada yaşadıklarımız bir imtihandan ibaret. Bizler girdiğimiz sınavlardan çıkmaya can atmıyor muyuz sanki? O sınavlardan yüksek not alıp mükafatlandırılma güdüsü gütmüyor muyuz? 

Eh, demek ki bu hastalık da basit bir sınavdan öteye gitmemeli. Sınav seviyesi zor olabilir, fakat hayatın beni alt edebilmesi için bundan fazlası gerek. 

Hah, kıytırık bir kanser mi beni öldürecek günlük? Yapma rica ediyorum, beni tanıdığını sanıyorum.

Hem, yanı başımda amazon durdukça, sırtım yere gelmez.

Hani göklerden gönderilen şefkat var ya, işte o şefkati gösteren melek amazonum. İtiraf etmeliyim, ihtimal vermiyordum fakat sonunda hayalim gerçekleşmeye yüz tuttu. 

Sabah gözlerimi açtığımda beni karşılayan manzara yatağın yanına konmuş toz pembe koltuğun üzerindeki minik bir bedendi. Ellerini başına yastık gibi koymuş, kıvrılabildiği kadar kıvrılmıştı dar alana. Ela gözlerini görmememi engelleyen göz kapaklarının ucunda titreyen kirpikleri beni dünyaya bağlıyordu adeta. Uyku mahmurluğuyla önce hayal sandım, fakat kolumu uzattığımda elim bacağını algılayınca hem şaşkınlıkla yattığım yerde doğruldum, hem de oldukça sevindim ne yalan söyleyeyim. 
Sevdiğim benim adıma fedakarlık göstermiş, hiç göz ardı eder miyim bu iyiliği? 

"Yaprak..." diye fısıldadım usulca ve sessizce. Duymadı beni, devam etti ağır nefes alışverişlerine gözü kapalı. Kıvrıldı dudaklarımın kenarı, gülümsememi emretti bana beynim, kısılmayı arzuladı birden gözlerim. Yüzümdeki kırışıklıklar sevinçten coşarken, bu neşeyi kimse duymadı, kimse görmedi, benden başka kimse bilmedi. Neyse ki birazdan kutlamaya amazonum da katılacak, uzatacaktı elini elime, dikecekti bakışlarını suratıma, belki ağzından çıkacaktı duygu yüklü kelimeler. 
Kim bilir, belki de kansere yakalandığım için bana kızmayı seçecekti.

Yok, kızardı ama kıyamazdı bana. Her şeye rağmen benden nefret etmediğini düşünürken yanılmamıştım. 

Hangi insan umursamadığı kişi uğruna hastanede sabahlar? Ailesinden izin alıp orada kalmaya ikna eder? 
Kimse. 

Ne ara tekrardan uykuya daldım kestiremiyorum ama, bir sonraki uyanışımda amazonun bilincinin açık olduğunu fark ettim. 

Kahverengi irislerim ela gözlerine merhaba dedi, ruhum ruhuna en içten selamını verdi. Açılmadı dudakları, duyulmadı nazik sesi. Hal böyle olunca ben de ses etmedim. Yalnızca doğruldum ve yaslandım arkamdaki yastığa. 

Ne vakit sol gözünden tek damla göz yaşı döküldü, o vakit konuşma faslına koyuldu amazon. 

"Sen hayatımda tanıdığım en güçlü insansın Barış." diye mırıldandı. Hıçkırığa kapılmamaya çaba sarf ettiği her halinden belliydi. Galiba pencereden süzülen gün ışığının önüne geçmesinin nedeni de buydu. Bana zayıflığını göstermemek, beni üzmemek için. 

Ah, iyi ki sevdiğim insan sensin. 

"Bunu duyduğuma sevindim" diye cevap verdim, sesimin çatlamasına aldırmadan. 

"Hemen pes etmeyeceğini de gayet iyi biliyorum. Tanıdığım Barış sonuna dek savaşır. Asla pes etmez."

"O halde beni iyi tanımışsın derim amazon."

"Eğer olur da ölümü seçersen, ahirette iki elim de yakandadır bunu da sen biliyorsundur umarım." diye beni tehdit edince, elimde olmadan küçük bir kahkaha attım. 

"Biliyorum amazon kızı, bilmez miyim hiç? Geçirdiğimiz süre boyunca iyi belledin aklıma-"

Lafımı bitirmeye kalmadan üzerimde ağırlık hissettim. Yaprak üzerime atlayınca, dengesini kaybetmesin diye aceleyle sardım kollarımı beline. Kaldırabildiğim kadar kaldırdım ve iyice yasladım bedenime. Belindeki elimden biri başladı okşamaya saçlarını. O ise kondurdu kalbime kulağını. 

"Gitmeyeceksin Barış değil mi? Ne olursun söz ver, beni bırakmayacaksın." diye yalvardı, sonunda serbest bıraktığı hıçkırıklarının arasından. Aramızda mesafe kalmamasına rağmen inatla devam ettim onu sarmalamaya. 

Amazonuma çaresiz göz yaşlarımla eşlik ederken söyleyebildiğim tek cevap "İstesem de senden gidemem ki ben." oldu. 

***

Yeni bölüme hoş geldiniz arkadaşlar. Oy ve yorumlarınıza talibim. Bırakın dökülsün hisleriniz. Beraber paylaşalım duyguları. 

Hepinize iyi okumalar dilerim. 






Günlük | Barış OzansoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin