Uzun zaman olmuştu yazmayalı. Biliyorum, kısa oldu birde ama elimden gelirse eğer bugünde bölüm atarım. Umarım keyifle okursunuz, bay!..
"Henüz, katlandığından kurumamış gözyaşında, baş parmağımı gezdirdim. Ve tam oraya benimde bir damla göz yaşım süzüldü. İçimdeki yaradan sızan..."
Tahir'in Ağzından:
Gözyaşımı elimin tersiyle sildim, ve ayağı kalktım. Bulacaktım, bu sefer bulacaktım onu. Elimdeki terden nemlenmiş ve biraz buruşmuş kağıdı özenle katlayarak cebime koydum. Serenderden hızlı hareketlerle uzaklaştım ve arabama atladım,
Ceydanın masumca ve bir o kadarda naifçe sattığı, benim onu orda son gördüğüm yere doğru yol aldım.Beynimden olaylar film şeridi gibi gelip - geçiyordu. Duygularım karmaşıktı, öfke dahilsiz. Daha çok tedirginlik dört yanımı kuşatıyordu. Ne diyecektim ona, ne diyebilirdimki yeşil gözlerine özlemle bakarak?
Okula gitmemiştim bu gün, onu her gün görme umuduyla gittiğim okulda cehennem çukuru olmuştu, oturduğu sırayı koklayacak dereceye gelmiştim. Bende umudumu kesip gitmemiştim, taki bu mektuba kadar.
Beynimden bu düşünceler ve binlerce cevapsız soru beynimin dört bir yanını sarmışken yola devam ettim.
Ve elbetteki geleceğim yere vardım. Arabadan hızlıca inerek etrafı deli gibi aramaya başladım. Bir avuç insanın içinde maviş gözlü, sarı saçlı naif bir çocuk arıyordum.Yoktu, etrafımda dört döndüm. Yoktu! Bağırdım, Yoktu!
Soruşturdum, Yoktu!
İnsanları sağa sola hırpaladım, Yoktu!
Ağladım, Yoktu!
Fısıldadım, Yoktu!
Dinledim, Yoktu!
Göremedim, Yoktu!Sonunda pes ettim, yoktu işte. Zorlamanın ne anlamı vardı? Çaresizce az ilerdeki bankın oraya ilerledim, ve oturdum. Ellerimi enseme götürerek ovuşturdum. Çaresizlik içimde kor bir savaş başlatmış ve inadım yenik düşüyordu. Hoş, çoktan düşmeliydi zaten.
Ensemi ovuşturup, çaresizlikle baş başayken. Karşımdan kadifemsi bir ses yükseldi, daha çok sorumsu bir tarzı vardı. "Tahir abi?" Aniden başımı kaldırdım, ve en fazla 1 metre ilerde duran, gülümseyen, kısa saçlarından birkaç tel önüne düşmüş, eski püskü kıyafetini düzeltmeye çalışan Ceydaya asık suratımdan zorlada olsa bir gülümseme bıraktım.
"Ceyda" dedim cevaplarcasına. "Seni arıyorum sabahtan beri" diye devam ettirdim ayağı kalkarken. "Duydum, arkadaşlar söylediler. O yüzden geldim" dedi ben kalkarken başımı takip ederek. "Senden küçük birşey isteyeceğim" tek kaşını kaldırdı "Yapabileceğim birşeydir umarım" dedi ciddi bir ifadeye bürünerek. Elini yavaşça ve nazikçe kavradım. Ve onun aksine gülümseyerek cevap verdim "Tek bir söz sözüne bakar" dedim.
"Peki" dedi zorla çıkardığı sesiyle. Hızlı adımlarla ilerleyerek ilerdeki simit tablasını titrek elleriyle tutan yaşlı adama yaklaştım. Ve elimi cebime atıp para arayarak sordum. "Simit ne kadar?" Adam ilk öksürdü sonrasında buruşmuş yüzünü bana çevirerek "1 tl" diye yanıtladı.
Kafamla onaylayıp avcumun içindeki 4 tl den parmak uçlarımdan yardım alarak 1tl yi adama uzattım. Ve simidi aldım. Arkamı dönmüş giderken, "Ayranda alırmısın?" diye nazikçe soran Ceydayla tekrardan döndüm ve simit tablasının başına dikildim.
"Birde ayran versene dayı" adam kafasıyla onayladı ve yanındaki beyaz köpüklerden oluşan kutudan birde ayran çıkardı. Ayranıda elime aldım ve parayı ödeyerek. Az önce oturduğumuz bankın oraya geldim. İlk ben oturdum ve yanımada Ceydayı oturttum. Simidi Ceydaya uzattım. "Al bakalım güzelim" Ceyda elimden simidi nazikçe aldı ve teşekkürlerini iletti.
Ayranın kapağını açtım, o bir simit yiyor ve ben ardından ona yudum, yudum ayrandan içiriyordum. Simidin üstündeki bazı küncüler üzerime serpiyordu, Ceydaysa onları dizimden özür dileyerek savuşturmaya çalışıyordu. "Boşver serpsin, sorun değil" dedim nazikçe. "Peki" dedi eee yi ve iii yi uzatarak.
Simidini yedikten sonra ellerini birbirine çırptı, ve ayrandaki son yudumuda içti. "Öt bakalım, neden burdasın?" "Seni uyanık" dedim parmağımı ona doğru sallayarak. "Söze öncemi gireyim, uzatayımmı?" "Gönder gelsin!" Kıkırdadıktan sonra yanağına bir buse kondurdum.
Ve devam ettim "Nefes, nerde? Yerini biliyormusun?" dedim çekingenlik ve bir o kadarda nazikçe. "Eveet" dedi, gamzelerini belli ederek. "Peki bana söylermisin?" "Bilmemki? O ne der?" dedi baş parmağını gamzesinin bir köşesine gömerken. "Bence sevinir" dedim bir yalan savurarak. "Peki o zaman. Çaylık sokak. Manolya pansiyon" dedi. Kafamla onaylayıp, diğer yanağına bir buse daha kondurdum.
Yavaşça ayağı kalktım ve arkama binlerce kez bakarak ordan uzaklaştım. Gidiyordum, ona.
Nefes'in Ağzından:
Ellerimle havaya çiziyordum ben de yüzünü. Rüyada gibiydim, rüyam gibiydi. Kayar gibiydi gövdemin bir yanı hep boşlukta, uçar gibiydim. Kanatsız, şekilsiz, kütlesiz. Öyle akışkan, öyle deli deli. Öyle hafif esintili. Ilık bir düştendi o sanki her yanımı sarıp sarmalayan hava.
Öyle uçuvydum sevincimin ve üzüntümün ortasında, göğe doğru ağıyordu içim, göğe doğruydum onu severken.
Evreni sil baştan yeniden yaratıyordum, ellerimle havayı çizerken yüzünü. Bizden başlatıp, bizden çoğaltıyordum zamanı. Yüzer gibiydim bir su damlasının içinde. Bir bütün varmış gibiydim. Bir tüle bürünmüş gibi. Sedeftendim sanki. Hazzın kendisiydim.Havam arzulanıyordu sanki, havam yaşamamdandı.
Biliyorum, acıyorum içten içe, içten dışa. Ve tüm bunlar beni sürekli çevreliyor. Uzun zamandır kaybolmuş gibiyim, oysa görülmek çok güzel, duyulmak çok güzel, konuşmadanda olsa.
Kapımın çalınmasıyla düşlerimden sıyrıldım. Ve ayaklandım. Balkondan çıkıp kapıya yöneldim, ve açtım. Açmamla kapamam bir oldu. ÇÜNKÜ TAHİR KARŞIMDA DİKİLİYORDU. inanmayıp kendimi cimcikledim ama başaramadım. Ne işi vardı bunun şimdi burda? Ve ben şimdi ne diyecektim ona?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevdamısın Sen?
RastgeleTenim törpülenmiş gibi hissiz, ama teninin yumuşaklığı hafızamda. Kokun az önce yastığından başını kaldırmışçasına taze burnumda. Ve tadı dilimin ucunda dudaklarının, ne yesem, ne içsem, ne çeksem geçmiyor. Unutulmaktan korkar gibi saklanmış. Yutkun...