VI.
Sonbahar geride kalmış, kış kendisini iyiden iyiye hissettirmişti. Temel gıdalarla birlikte kömür bulmakta da zorluk çekilmekte idi. İmkânı olanlar günde bir kez sobalarını yakıyor, sonrasında ise sırtlarına aldıkları battaniyelerle idare etmeye çalışıyorlardı. Sıkıntı sadece fakir haneleri değil, Nizami Paşa gibi büyük konaklara sahip, hali vakti yerinde olanları da etkilemişti. Fakr-u zaruret had safhaya ulaşınca Ferhunde Hanım evdekileri toplamış ve uyulması gereken bir dizi ekonomik tedbir sıralamıştı. Bu bağlamda öğünler ikiye düşürülerek öğlen aradan çıkarılmış, bir çeşitten fazla yemek yapılmamasına özen gösterilmesine, kahve gibi tedariki zor içeceklerin sadece misafirlere ikram edilmesine, şeker ve tuz kullanımının minimum düzeye indirilmesine karar verilmişti.
Payitahta işgalci güçlerin iyice yerleşmesi, Kerem'i tam anlamıyla zıvanadan çıkarmıştı. Gece el etek çekildiğinde sivil bir şekilde dışarı çıkıyor, kafa dengi birkaç arkadaşı ile birlikte işgal kuvvetlerinin berduşlar gibi sokaklarda dolaşan ve 'Ayşe isteriz! Fatma İsteriz!' diyerek kapılara dayanan sarhoş askerlerinden denk getirdiğini öldüresiye dövüyor, âlem yaptıkları evleri kundaklıyor, cehennemden beter yüreğini iyice soğuttuktan sonra sabaha doğru bir gölge gibi konağa süzülüp, hiçbir şey olmamış gibi yatağına giriyordu. Onun bu yaptıklarını evdekilerden hiç kimse bilmiyordu hatta her şeye hâkim olduğunu zanneden Ferhunde Hanım bile. Feride ise kaç zamandır bir kez bile ona görünmemiş, ortaçağ rahibelerinin manastırlara sığınması gibi odasına kapanıp kalmıştı.
İtilaf kuvvetlerinin boş konaklara el koyması, yetmezmiş gibi Ermeni ve Rumların da aynı yolu izlemesi üzerine Ferhunde Hanım, aşçı kadınla Rana'yı Alibeyköy'deki konağa gönderdi. Konak temizlendikten sonra Kerem bir süreliğine kendi konağında kalacaktı. Ferhunde Hanım'ın planına göre, bu sayede hem konağa birilerinin yerleşmesi önlenecek hem de tek başına kalıp yemek gibi çamaşır gibi bekârlığa has bazı sıkıntıları çekecek olan Kerem'in, bir süredir ertelediği, üzerine kalınca bir çizgi çektiği evliliği, yeniden gündemine alması temin edilecekti. Ancak aşçı kadın Kevser ve Rana'nın gitmesiyle dönmesi bir olmuştu. Her ikisi de öyle heyecanlı öyle bitkin gözüküyorlardı ki Ferhunde Hanım bir an için itilaf askerlerinin onlara musallat olduğunu sanmış ve buna sebep olduğunu düşünerek baygınlık geçirecek gibi olmuştu. Merdivenleri yıka yıka sofaya çıkan Rana'nın, çarşafını açan elleri birbirine dolanıyor, heyecandan tir tir titriyordu.
"Hanımımmm!!! Allah yuvalardan uzak etsin! Alibeyköy'deki konağı da işgal etmişler! Anaammm!! Bir Rum gacısı karşımıza çıktı ki sormayın! Güya konak onlarınmış artık. Oturma belgesini de gösterdi. İngiliz Komiserliğinden onaylı mıymış neymiş! Belge melge neysene de edepsizde bir dil var ki, nah şu kadar!.." Sabaha karşı konağa gelen ve öğlene kadar uyuyan Kerem, Rana'nın konağı inleten sesine kalkmış ve geceliği ile sofaya gelmişti. Onu gören Rana, heyecanını teskin etmeye çalışarak gördüklerini ona da hikâye etmeye çalıştı:
"Valla Beyim; hanımcığıma da anlattım. Konağa bir Rum aile yerleşmiş hem de ne yerleşmiş. Kırk yıldır orada oturuyorlarmış gibi konak bizim diyorlar da başka bir şey demiyorlar. Gerçi ben bir tek kız gördüm. Ah beyim, görmez olaydım. Nasıl da edepsiz, nasıl da pabuç dilli. Ah o ağzını nasıl yırtamadım nasıl da ağzına... tövbe töve..." Ferhunde Hanım ha bire Rana ile göz göze geliyor, eliyle koluyla susması için işaretler yapıyor ancak Rana kendini o derece kaptırmıştı ki oralı olduğu yoktu. Ferhunde Hanım endişelenmeye başlamıştı. Zira Kerem'in sinirlenirse nasıl delireceğini nasıl zıvanadan çıkacağını, hududu olmayan öfkesinin hangi raddelere ulaşacağını gayet iyi biliyordu. Hemen araya girdi ve nice zamandır uyguladığı kuralını kendisi çiğneyerek Rana'dan kahve pişirip getirmesini istedi. Rana 'Ah hanımım; bir akrep gibi iskarpinlerimle nasıl ezemedim, ah o zillinin ağzını, ah o gavurun gelmişini geçmişini...' diye söylene söylene mutfağa inerken Nizami Paşa da sofaya gelmiş ve olayı öğrenmişti. O da evlatlığını gayet iyi tanıdığından yüzüne sahte bir tebessüm maskesi takmış, tatlı tatlı konuşmaya başlamıştı: