VIII.
Rana kahvaltısını odasına getirdiği Kerem'den iyi bir fırça yese de oralı olmamaya, üzerinde durmamaya çalıştı. Günlerce konağa gelmeyen, geldiğinde de aksiliği üzerinde olan evin beyinin bu fevri çıkışlarına alışmıştı artık. Fakat yine de canı sıkılmış, kahvaltı tabağını gerisin geriye götürürken sinirden elleri titremişti. Yıkarcasına merdivenleri inerken tabaktaki zeytinler bir tarafa peynirler başka bir tarafa saçıldı. Neredeyse kendisi de düşecekti. Merdivenlerin ortasında tırabzanlara güçlükle tutunarak durabildi ve Kerem'in duyacağı şekilde veryansına başladı.
"Boyu devrilesice!.. Sabah yemez, akşam yemez!.. İyi de hangi ara zıkkımlanırsın?.. Ama sen dur Kerem Efendi!.. Bir daha sana yemek getirirsem Cibalinin tüm köpekleri ağzıma... O Nemrut suratını gördüğümde hatrını sayarsam, hatrını sayan dilimi eşek arıları soksun..." Bir iki adım attıktan sonra yüreği soğumamış olacak ki durdu ve yeniden sızlandı.
"Kader işte! Senin gibiler bey oldular, benim gibiler de yanaşma! Böyle dünyanın da böyle devranın da, zembereğinin de... Ah Feride! Ne diyem ben sana! Ne bulursun bu adamda da hasretinden eriyip küle dönersin? Bunun koynuna, değil senin gibi bir tazeyi, bir odun kütüğünü bile koymak Alimallah caiz değildir!.."
Kaç zamandır iştahsızdı Kerem. Bazen bir bardak su bazen de bir kuru ekmek parçası yetiyor, artıyordu. Gece geç saatte geldiğinden Rana'nın uykusunu bölmesine canı sıkılmış ve bu sıkıntı ile ne yaparsa yapsın tekrar uyuyamamıştı. Kalktı ve günlerdir odasında biriken ancak bir türlü denk getirip okuyamadığı gazetelere göz atmaya başladı. Yazılan yazılar, atılan başlıklar, az olan iştahını büsbütün kaçırmış, henüz sükûnet bulan sinirlerini yeniden tepesine çıkarmıştı. Elinde tuttuğu bir gazetede şöyle yazıyordu:
"Vaziyet pek değil, çok fenadır. İtilaf güçleriyle Amerika arasında yapılan görüşmeler neticesinde, Türklerin kendilerini idareye muktedir olmadıkları, dolayısıyla şimdilik bir büyük medeni devletin mandası altında bulunmalarına muhtaç olduğunda hemfikir olunmuştur. Bugünden itibaren sulha kadar geçecek zaman zarfında, hangi devletin bu sorumluluğu üstleneceğine karar verilecektir. Tahminler, bu manda şeklinin Hindistan örneğine benzer şekilde olacağı yönündedir. Yani hükümetin müstakil olduğu ve İngiliz memurların nezaret edip sıklıkla denetlediği bir himaye sistemi. Şimdilik vaziyetimiz bir süre tetkik edilecek, mandanın şekli üzerine kafa yorulacak ve nihayetinde Türk tarafının da görüşü alınacaktır." Kerem acı acı güldü.
"Aman ne lütuf! Demek tetkik edecek, manda şekline kafa yoracak ve en nihayetinde fikrimizi soracaklar." Boğulur gibi olmuştu. Gazeteyi iyice buruşturup okkalı birkaç küfür savurduktan sonra pencereye yürüyüp camı açtı. Berrak gökyüzünde güneş bütün bir ihtişamıyla arzı endam ediyordu. Yüzünü güneşe dönen ağaçlar çiçeklenmiş, kamelyanın etrafını saran otlar yeşillenmişti. Etraftaki canlılığa bakılacak olursa hiç gelmeyecek sanılan bahar, sessiz sedasız bu sabah gelivermişti. Dışarıdaki canlılığa, gökyüzündeki tatlı aydınlığa rağmen Kerem'in içi kararmıştı. Sanki bahar, tahtına oturmadan önce etrafı bir güzel süpürmüş, uzun kıştan kalan her ne varsa getirip Kerem'in odasına atmış ve Kerem koca bir çığın altına kalır gibi güçsüz, dermansız, nefessiz kalmıştı.
Gerçekten de böyle olmuş gibi derin derin birkaç kez nefes alıp yeniden gökyüzüne baktı. Gözlerini alan parlak güneşi, tabiatın hayat kaynağı değil de koskocaman bir dürbünün merceği zannetti. Sanki bu merceğin hemen ardında düşmanları oturuyor ve bu koskocaman dürbünle bütün bir şehri hatta tüm imparatorluğu izliyorlardı. Böyle düşününce kendisini çok garip hissetmiş, çırılçıplak ortada kalmış gibi sıkılmıştı. Beynini boşaltmak istercesine bir süre şakaklarını ovdu. Rahatlar gibi olmuştu. Buruşturduğu gazeteyi yeniden açtı, iyice düzelttikten sonra tekrar okumaya başladı.
