Vefad

25 2 0
                                    

Dünyayı versen neye yarar sen yoksan?
Yolları neyleyim seni getirmiyorsa?

Sonu olmayan yollara boş boş bakıp yürüyordum. Saat gecenin yarısı... karanlık ve sisli yollar beni içine almıştı.

İntiharlar kuşandım, bu aşkı sen kül ettin.

Gitmişti benden. Karan gitti. Uzun zaman sonra bulduğum, canıma can katan adamı kaybettim. Ne istemişlerdi sevdiğimden?

Seni kaybettiğim de gördüm bu nasıl bir acıdır öldüm, öldüm.

Vedalar, insana umut verir. Ama benim umudum bile yok artık. O kırmızı dudaklarından bir "hoşçakal" kelimesi bile çıkamadan gitti. Bu nasıl bir acıdır Allah'ım.
Hissizleştim.

Siyah eşarbı başıma gelişi güzel bağlayıp, mezarlığa adım attım.
Ölüm kokusu yoktu..arınmış ruh kokusu vardı.
Saf,temiz.
Karan'ın mezarlığına yaklaşıp, elimle mermer de ki çalı çırpıyı temizledim.
Kırpamadığım gözlerimin acısıyla soğuk mermere oturdum.
Yeni sulanmış toprağı avuçlayıp, burnuma yaklaştırıp kokladım.
Huzur kokulum... kokusu sinmiş toprağa, havaya, kanıma.
Titreyen çenemi, dilimi ısırarak durdurmaya çalıştım ama nafile.
Fısıldadım.
"Sevgilim, ben geldim. Yanında bana da yer var mı? Ben de yaşamak istemiyorum. Çok güçsüzüm... çok bitkinim. Yoruldum sevgilim. Beni de al yanına."
Mezar taşında yazılı ismine baktım. Yakışmamıştı, o kalbime mühürlü adı oraya.
Esti hırçın rüzgar.
Bu cevaptı belki de...
Bulacaktım. Onu benden alanı bulacaktım.

...

1 ay sonra...

Karan'ın ölümünden sonra hemen her gün, polislerle beraber katilini arıyorduk. En ufak delil dahi yoktu. Düğün salonunda ki kameralar etkisizleştirilmişti. Kapılardan gelen gidenler de garip bir hareket yoktu. Daha da garibi, Karan'ın hiç bir düşmanı yoktu. Buna ailesi de dahil.
Bütün sorularım cevapsız kalmıştı. O şerefsiz eli kolu serbest dolaşıyordu. Ve ben onu bulamıyordum.
Başlarda beni kaçırıp işkence eden adamdan şüphelenmiştim fakat, elinde bir sebep yoktu ve bitti demişti. Nedensizce verdiği söze inanmıştım.

Bu kaybediş üzerine, fazlasıyla kilo vermiş ve dağılmıştım. Uykusuzluktan gözlerimin altı morarmış, yüzüm solmuştu. Yemek yemiyordum fakat, sarsıntılı kusmalarım başlamıştı. Bu yıkımdan sağ çıkar mıyım bilmiyorum.

Maddi durumum ciddi gerilediği için, bu akşam sergi açacaktım. Karan'ın ailesi bana yardım etmek konusunda çok ısrarcılardı ama asla kabul etmedim. Eğer pes edersem yıkıma uğrayıp, katili bulamadan ölürdüm.

Zeminin soğukluğu ayak parmaklarımı uyuştururken, derin göğüs dekolteli, mini siyah elbisemin fermuarını çektim. Saçlarımı ensem de dağınık topuz yapıp tel tokalarla tutturdum. Biraz daha canlı görünmek adına, göz altlarıma kapatıcı uygulayıp, rimel sürdüm.
Uzun çorap çizmelerimi giyip, beni boğan bu evden çıktım.

...

Tıklım tıklım olan sergi yeri, gelenlerin memnuniyet  ifadeleriyle süslenmişti.
Her gelen baş sağlığı dileyip bir kaç şey saçmaladı.
Avutulmak en son isteyeceğim şeydi.
Sergi salonunu bir kaç kez tavaf edip, çizimlerle ilgili gelen soruları yanıtlıyordum.
Orta yaşlı bir adam gözlüğüyle oynayarak konuştu.
"Çok başarılı gerçekten. Vefat eden eşinizin portre çizimlerini sergilemeniz olağanüstü.
Bugün bu çizimlere ciddi yatırım olacağına eminim. Bu arada ben Aranç Tutsak. Tutsak Holding'in sahibi. Bu çalışmalarınızı daha ileriye sürdürtmek isterseniz lütfen bana ulaşın."
Sözünü noktalarken, ceketinden çıkardığı kartı bana uzattı. Yüzüme takındığım tebessümle cevapladım.
"Ben çok teşekkür ederim. Böyle bir şey istersem eğer, kesinlikle arayacağım. Keyifli akşamlar Aranç bey."
Ela gözlerini kırpıştırıp, başıyla onaylayıp diğer çizimlere doğru ilerledi.

Kollarımı birleştirip, etrafa boş gözlerle bakıyordum.
Anlık miğde bulantısıyla, elimle ağzımı kapadım. Gözlerimi yumup, dizginlemek istedim ama miğdem ağzıma kadar gelmişti. Koşarak lavaboya girdim. Kapıyı gürültülü şekilde açıp, klozetin önüne çöktüm. Sarsılarak kusmaya başladığım da, arkamdan adım sesleri geliyordu.
Başımı kaldırmaya mecalim yokken, boşluğa düşüp ağlamaya başladım.
Bulantım tekrar başladığım da, tutunacak bir yer arıyordum. Deli gibi ellerimi sağa sola vurup, güç alabileceğim tutaç bulmaya çalıştım. Miğdemden yükselen volkan, daha fazla dayanamayıp çıkmaya başladı.
O an da havada kalan elim büyük bir el tarafından yakalanıp, güven verircesine sıkıldı. Başka bir el ise saçlarımı alnımdan toplayıp geriye yatırarak, okşamaya başladı.
Öğürtülerimin arasında bir ses yankılandı.
"Şşş... sakin ol. Tamamen içini boşalt. Buradayım."

Sesinde ki güvenceyle, dediği gibi yapıp içimi tamamen boşaltmıştım.
Bünyemin zayıflığıyla yere yığılacağım sırada, o güçlü el belimi kavrayıp ayağa kaldırdı.
"Tamam, tamam tuttum seni. Korkma."

Sırtım sıcak ve sert olan bir bedene yaslıydı. O olmasaydı çoktan burada yığılmış olucaktım.
Ağzımı açacak gücüm yokken o güclü kollara dayandım. Beni ilerletip lavaboya getirdi. Musluğu açıp, soğuk suyu büyük avucuna doldurup yüzüme vurdu.
Ani titrememle daha sıkı tuttu.
"Güzelim geçicek. Hadi bir kez daha."
Bi kez daha vurup, soğuk ellerini alnımda ve ensemde gezdirdi.
Cidden iyi gelmişti.

Parmaklarımı geçirdiğim kolunu hala sımsıkı tutuyordum. Başımı hafifçe kaldırıp, yüzümü ona döndüm.
Yanağımı avucunun içine aldı.
"Daha iyisin. İyi olacaksın söz."
Gözlerimi, parlayan buz mavilerine iliştirdim.
"S-sen o-osun."
Vücudumu saran o katran, ruhumu emdi ve gözlerim karanlığa kucak açtı.

...

Yumuşak zeminin verdiği rahatlıkla gözlerimi araladım. Geniş bir yataktaydım. Ne zamandır uyuyordum?
En son hatırladığım kendimden geçercesine kusuyordum ve buz mavisi gözler...
Onun evi miydi?
Düşüncelerim birbirini tekmelerken, başımı gelen sese doğru çevirdim. Kapının girişinde duran uzun siyah gölge.
Beni mi izliyordu? Gözlerimi hemen üzerime dikip derin nefes aldım. Çıplak veya farklı kıyafetle değildim. Bana dokunmamıştı.

Bu çelişkili yüz ifadem onun dikkatini çekmiş olucak ki gözlerini kısıp konuştu.
"Daha iyi misin?"
İyi miydim?
Başımı olumlu salladım.
"Ben çok teşekkür ederim. Sen olmasaydın orada yığılıp kalabilirdim."

Başını yana yatırdı.
"Seni izliyordum. Başına asla bir şey gelmezdi."
Burnumu kırıştırdım.
"Nasıl? Ne zamandır?"
Uzun parmaklarını saçına geçirip, derin nefes verdi.
"Bunları şimdi konuşmayalım. Hazırlan aşağı in."
Cevap vermeden, sert adımlarla merdivenleri indi. Hemen odada ki ebeveyn banyosuna girip yüzüme su vurdum. Soğuk su, ölü hücrelerimi canlandırırken başımı aynaya çevirdim. Gerçekten çökmüştüm. Bu düşünceyle daha da dibe batmadan, işimi halledip merdivenleri ürkek adımlarla indim.

Lacivert, süet koltukta dik şekilde oturmuş parmaklarıyla ritim tutuyordu. Odayı saran, kömür kokusu burnuma hapsoldu.

Gözleri irislerime kadar işledi. Başıyla oturmam için işaret yaptı. Karşısında ki tekli koltuğa sindim.

Dudaklarını yalayıp konuştu.
"Düşünebildin mi?"

Neyi?
"Evet düşündüm."
Burnunu çekerek parmaklarında ki ritmi durdurdu.
"Ölüm mü? Yaşam mı?"
Yaşayabilir miydim?
"Yaşamak istiyorum. Ona bunu yapanları bulmak için."
Alaycı gülüşüyle cevapladı.
"Sen mi? Kalbinden büyük işlere kalkışmak yerine neden hayatına devam etmiyorsun?"

Dalga mı geçiyordu? Ben zaten kalbimden büyük depremler yaşadım. Yıkım tüm benliğimi kaplamıştı. Kalkıp bana hayatına devam et diyor.
Sinirden dişlerimi gıcırdattım.
"Tavsiyen için teşekkürler, ama ben bildiğimi yapmak istiyorum."
Alaycı ifadeyle başını salladı.
"Pekala. Acıktın mı bilmiyorum ama dolapta atıştırabileceğin birkaç şey var. Seni tatmin etmez ise, siparişte verebilirsin. Saat geç oldu, ben yatmaya gidiyorum eğer birşey olursa seslenmen yeter. İyi geceler."
Sulu gözlerimi kırpıştırdım.
"Ben.. çok teşekkür ederim. İyi geceler."
Hiç bir cevap vermeden koltuktan kalkıp, üst kata çıktı.

Kara bulutlar çöktü. Sessizliğin çığlıkları kulaklarım da yankılanıyordu.
Bu bir son mu..
Yoksa başlangıç mı?

BENİM DİSTOPYAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin