multimedya; Zara Larsson- Uncover
Zevkli okumalar.
---------------------
Türkiye'ye yılda sadece bir kez gelirdik. Algos sık sık gelirdi ama bizi getirmezdi. Bizi de boş yere getirmezdi zaten. Her yıl kimsenin ondan haber alamayacağı bir gün belirler ve beni de yanına alarak sormadan uzun bir yolculuğa çıkartırdı. Bilirdi ki canım en çok burda yanardı, çünkü beni en çok da bu ülkede öldürdü.
Her kardeşimde ayrı izi vardı. En büyük ağabeyimizi daha hiçbirimiz doğmadan araştırma ve çalışmaları için gidip uzun yıllar kaldığı Japonya'da evlat edinmişti. "ÜNLÜ BİLİM İNSANI HALİT SANCAK JAPONYA'DAKİ KİMSESİZ ÇOCUĞU EVLAT EDİNİYOR!" başlıklı yürek kazanan gazete ve haber başlıklarından fazla pek bir şey kazandırdığını söylemezdi kendine.
Bizimle bağı olmayan ağabeyimden sonra gelen Ekin ve Çınar'ın anneleri bizden farklıydı. Bir gece evlerinin salonunda ipte sallanır halde bulmuşlardı zavallı kadını.
Ve daha sonra biz. Ayla Sancak'tan doğan üçüzler. Babamız zehrini akıtmak için en çok da bizi beklemiş gibiydi. Tek amacı insanlık uğruna araştırma yapmaktı, en çok değer vermesi gereken insanları; çocuklarını bir kez bile umursamadı.
O günün sabahı Elif Hanım'ın yaptığı kahvemı yudumlarken o da bir yandan bir şeyler yemem için zorluyordu. Uğraşlarının boşa çıktığını anladığında pes etti.
"Hadi giy üzerine bir şeyler, geç kalmak istemeyiz öyle değil mi Ayza?" Kahve bardağını usul usul bıraktığım ve uzun uzun baktıktan sonra anlamıştı bir şey olduğunu.
"Bekle," dedi hareketlenmemi engelleyerek. "Sorun ne kızım?"
Yüzüm kızardı, gözlerimi kaçırıp duruyordum. Böyle yapınca büyülü bir şekilde anlardı neler olduğunu. Yaklaşıp yüzümü okşadı, bunlara alışık olmadığımı biliyordu. Bu hareketleri yürüdüğüm dikenli yoldan gül bahçesine bakmaktı, gül bahçesine yakışmadığımı biliyordum.
"Üzülme benim baykuşum. Kimse saçına bir şey demeyecek. Hem, bir bakıma farklı olmak her zaman iyidir." dedi ve alnıma bir buse kondurdu. Şefkat gösterdiği zamanlar o kadar fazla değildi. Ama her şeyi sanki içimde okur, ona göre davranırdı.
Saç rengim Algos'un benden zevkle aldığı şeyler arasındaydı. Beyazlardı, kar kadar beyaz. Onlara o kadar uzun süredir dikkatle bakmamıştım ki eski renklerini özleyecek fırsatı kendim yok etmiştim. Eski renkleri bir kurbanın kafasındaki çuval gibi sıyrılıp gitmişti saçlarımdan, çoğu güzel anıma şahitlik ettikleri için kül mezarlığımda onlara da yer ayırmıştım.
Bu konu üzerinde fazla düşünüp üzülecek kadar narin değildim. Böyleydi işte çoğu şeyim. Önemsiz, yok olsa da üzülmeyeceğim şeyler. Çünkü bir zamanlar çocuk aklımda koşuşturan renkler bir köşede sessizlerdi. Gözlerimin sadece gülmekten yaşlar akıttığı günleri saklamışken küçük bir sandığa, insanların renksizliğime gülmeleri tek külümü dahi uçurmazdı.
"Sorun değil dadı, hazırlanmam gerek." demekle yetindim kırklarının sonunda ama hala genç ve diri kadına.
"Ben de geliyorum kızım, ilk günden kaybolursan naparız?" Geri çevirecek gibi olsam da gideceğim yeri bile bilmediğim bir ülkede olduğum için ona ihtiyacım vardı.
Algos sürekli Türkçe konuşurdu, sürekli onun cehenneminde olduğumuz için de Fransızca bildiğim kadar Türkçe de bilirdim. Bu yönden sıkıntım yoktu.
Siyah pantolon ve ince bir kazak giydim. Soğuğu severdim, bir şeyler hissedebildiğimi hatırlatırdı çoğu zaman. Hissizlik en büyük hastalığımdı, bu yüzden dayanamıyordum çoğu şeye. Elif Hanım üstümün inceliği yüzünden kendi kendine konuşup dururken üstüme zorla bir ceket giydirmişti. Valizin içinden en incesini seçmeye gayret ettim.Kendi de hazırlanmıştı, sonbahar aylarının sonunda olduğumuz için biraz sıkı giyinmiş, üstüne de keten mantosunu takmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILLANMIŞ ÜCRA
ChickLit"Bir düşüş kaç ölüm, biliyor musun?" Siyah ve sonsuz dehlizlerde birbirlerine teslim olan iki çocuğun silahsız oyunu. Aynı dehlizde birinin bedenen, ardından diğerinin ruhen gerçekleşen ölümü. Ölümün peşinden sürüklenen tam 10 yıl ve birbirleri...